131019098
28 Mart 2024, Perşembe

KADIN PORTRELERİ - ALİAĞA'NIN AMAZONLARI (4)

12 Ağustos 2017, Cumartesi 06:11

     


Aliağalı amazonlara değmeye başladıkça, onlarla sohbet ettikçe yalnız olmadığımızı hissetmek ümidiyle çıktığımız yolda bu haftaki röportajımızda resimlerinde, şiirlerinde ve sözcüklerinde kadınlık hallerine sıkça değinen Nalan Oğuz Öztürk’e yer verdik… Keyifli okumalar…

Nalan Oğuz Öztürk: “Ağaçta olgunlaşmamış bir meyveyim, düşersem bir anlamım kalmaz.”

Önce seni tanıyabilir miyiz? Kimsin?

Kimim? Güzel bir soru… Hayat bizi öyle bir kısır döngü içerisine almış ki, hepimiz aslında yazılım haline gelmiş birer robotuz ve bunun farkında değiliz. Ama Nalan Oğuz Öztürk, Aliağa’da yaşayan, 45 yaşında şu anda bir ev kadını…

Menemen’de doğdum. 4 çocuklu bir ailenin en ufak çocuğuyum. Çakmaklı Köyü’nde doğup büyüdüm. Babam çiftçi, annem ev hanımıydı. İlköğretimimi orada tamamladıktan sonra, Makina Kimya’ya ait servislerle, üvey evlat muamelesi ile yaklaşık altı yıl Aliağa’ya gelip giderdim. Köyde liseyi bitiren ilk kız çocuklarından biriydim. Çok hoş karşılanmazdı, köyde okuyor olmamız ve bize tuhaf gözlerle bakarlardı. Bizle konuşmazlardı, pek yüz vermezlerdi. Akabinde üniversiteyi kazandım ancak babamın ekonomik durumu çok iyi olmadığı için gidemedim. 1992 yılında evlendim. İki kız çocuğum oldu. Ecem ve Eda…

Nasıl bir aile yaşamın vardı? Köyde yaşam senin için nasıl geçerdi?

Köy yerinde büyümek, kısıtlı bir hayata sahip olmak demektir. Gündüz sokağa çıkar akşama kadar oyun oynarsınız. Elektrik ve su yetmez, zor şartlar altında büyürsünüz. Halen daha rüyalarımda servis kaçırırım bazen.

Yaşam zordu ama iç dünyamın zenginleşmesinin nedeniydi de aynı zamanda. Tüm çocuklar evcilik oynarken ben çamurdan heykeller yapar, ağaca çıkıp gökyüzünü seyrederdim. Taşa baktığım zaman orada şekiller görüp, kendime farklı bir dünya yaratabiliyordum.

Ama ailem çok demokrat bir aileydi. Biz sana ne iş versek sen o işin üzerinden gelirsin diyen bir ailede büyüdüm. Baskıcı değillerdi. Bu bende özgüvenimin yerleşmesine neden oldu. Babam okuyamadığı için bizlerin okumamız yönünde çok desteği oldu. Annem ile de arkadaş gibiydik. Erkek arkadaşlarımı bilirdi. Daha dominant bir karakter olmasına rağmen paylaşımımız güzeldi.

Aliağa’ya ne zaman yerleştin?

1989 yılına kadar Aliağa’ya gidip geldim. Menemen’ de muhasebe üzerine çalıştım. 1992 yılında ise aniden evlendim. Aliağa’ya yerleştik. 1993 yılında ise ilk kızımı kucağıma aldım. Kaderin bazı çizgilerin olduğuna inanırım, evlenmemdeki aniliğin nedenini de böyle düşünüyorum. Aliağa’ya yerleştirdikten sonra çalışmak istemiştim. Ancak çocuğum küçük olduğu için çalışamadım.

Peki, kâğıtla ilk buluşman nasıldı?

İnsanlar emekliye ayrılır, bir kursa gider ve der ki boş zamanlarımda resim yapmayı öğreneyim. Resim yapmak öğrenilebilir. Bir matematiği var elbette. Bir insan nasıl ki okumayı yazmayı öğrenebiliyorsa, resim yapmayı da öğrenebilir. Ama iş yaratma kısmına gelince, öyle ilerlemiyor. Orada yetenek devreye giriyor. Peki, neden 20 küsur yaşlarında, neden resim yapmaya başlarsın? Lisede bazı yarışmalardan ödüller almıştım. Ben gezmeyi sevmiyordum. Evli ve çalışmayan bir kadındım ve benden beklenen, günlere gidip dedikodu yapmamdı. Ama ben bunu yapamazdım. Bir süre sonra bunlardan uzaklaşıp kendi başıma kaldığım zaman, kendimi daha rahat hissetmeye başladım. Standardın dışına çıkmaya, evde resim yapmaya başladım.

Nasıl geliştirdin kendini?

Resim yapıyorum ama hatalarımı düzeltmek için profesyonel bir göze ihtiyacım oluyordu. Kızımın okulundaki öğretmeninden yardım istedim. Toplumda genel bir yargı vardır. Ev hanımı ve çocuk sahibiyseniz sizden ev işleri yapıp, bu tarz şeylerle uğraşmamanız beklenir. 2000’li yıllarda sürekli böyle eleştiriler aldım. Çevremdekiler, ailem ve okuldaki öğretmen de bana ‘Boş ver, uğraşma’ dediler.

Tüm bu olumsuz tepkilerin yanında destek verenler oldu mu?

Bir arkadaşımla birlikte Hüseyin Erdağ’dan yardım istedik. Sergi açmak istiyorduk. Resmen bir tutku haline gelmişti. Bize o yardımcı oldu. Eksiklerimizi gösterdi. Ayrıca belediyeye, halk eğitime kurs açılması yönünde taleplerimizle çok gidiyorduk. Onlardan her seferinde ret cevabı alıyorduk. Yeterli sayıda talep yok diyorlardı. ‘Ne işiniz var resimle, gelin dikiş nakış kurslarına katılın diyorlardı. Bizim ihtiyacımız bir uzman gözüyle hatalarımızın gösterilmesiydi. O kadar çok uğraştık ki Aliağa’da bir kursun açılması için, olmadı. 3 yıl uğraştıktan sonra zaman içerisinde Hüseyin Erdağ’ın verdiği desteklerle 2003 yılında sergimizi açtık. Çok güzel bir sergi oldu. Kaymakam, Belediye Başkanı ve birçok insan ziyarete geldi. Tablolarımızı satın aldılar.

Hatta biz sergiye resimlerimizi hazırladığımızda, serginin Emek ve Barış Şenlikleri’nde açılmasını istemek için dönemin belediye başkanıyla görüşmeye gittiğimizde bize; “Önce atölyenizi görmem lazım” demişti Halkla İlişkiler Müdürü. Aynı kişi “salonumun duvarlarına bir resim yaptırmak istiyorum” dedi. Ben de ona, “Önce mobilyalarınızı görmem lazım” demiştim. Kadına destek olmaları gerekirken, daha çok köstek olunuyordu. Ama bu olumsuz tavırlar bizi daha çok kamçıladı.

Bir de bizim bu çabamızın sonuç vermesiyle yani sergimizden bir ay sonra, halk eğitimde resim kursu açıldı. Bir ay sonra bile olsa bu kursun açılmış olması beni çok mutlu etti. Bizim çabalarımıza yanıt vermediler belki ama hayalimizi gerçekleştirmiş olmamız belki de etkili oldu diye düşündüm ve mutlu oldum. Hatta sonra arkadaşımla o kursa da katıldık.

Daha çok ne tür resimler yapıyorsunuz?

İlk zamanlarda suluboya üzerine çalışıyordum. Sonra yağlı boya resimler yaptım. Aliağa’nın sokaklarını resmediyordum. Zamanla daha fazla çalıştım ve soyut resme yöneldim.

Resimlerini yaparken, nereden besleniyorsun?

Kadınlardan… Genelde resimlerimdeki konu ve temalarda hep kadındır. Toplumun kadın üzerindeki baskısı ve kadının içerisinde, kendisinin bile fark etmediği güç unsurlarından bahsediyorum.

Bu kent kadınlarına nasıl davranıyor? Aliağa’da yaşadığın süreden beri, senin gözlemlerin neler?

Şu an iyi ama bu 10-15 yıl öncesine nazaran iyi. Aliağa’da farklı kültürlerin bir araya gelmiş olması bir yanıyla olumsuzluklara neden olurken, bir yanıyla da harmanlanmaya neden olmuş. Bu Aliağa’nın ilerlemesinde de etkili oluyor diye düşünüyorum. Ben de bu çeşitlilikten besleniyorum. Kadınlar da üzerindeki baskıyı itip ‘Siz bir açılın biz yürüyeceğiz’ diyorlar. Erkeklerin hipnotize ettiği kadınlar ya dışarıdan ya da kendi içerisinden gelen güçle bir araya geldiği ölçüde bu dalgadan kurtulup özgürleşiyor. Tabii bunun için eğitim de çok önemli diye düşünüyorum. Bunun dışına çıkamazlarsa ev-iş-çocuk üçgeninden çıkamıyorlar. Kadınların hareket etmesi lazım...

Bana göre kadınlara özgü alanların yaratılması değil de, kadın her yere girip çıkabilmeli. Tabii bir de kültür merkezleri, ürettiklerine sahip çıkabilecekleri alanlar olmalı.

Üretim süreçlerinde iki çocuk büyütüp, ev işleri ile ilgilenmek zor olmadı mı?

Eşim ve çocuklarım bu konuda zorluk çıkarmadılar ama ben zaten geceleri çalışarak, uykumdan feragat ediyorum. İki günde bir uyuyorum. Gündüzleri ise yine yapmam gereken diğer bütün işleri yapıyorum. Ailemden resim yapıyorsun, bize hiç zaman ayırmıyorsun tarzı eleştiriler almadım, tam tersi sabah uyandıklarında anne ne yaptın diye merak ederler.

Resmin yanında yazmaya nasıl karar verdin?

Resim yaparken yazmaya başladım. 2000’li yıllarda resim yaparken, o duyguyu tam yansıtamadığımı fark ettiğimde hemen notlar almaya başlardım. Bir ajandam vardı ve fazla gelen duyguları sözcüklere dökmeye başlamıştım. Zaman içerisinde bu notlar olgunlaşmaya başlayınca düzenledim. Onları toparladıktan sonra da hikâyelerin bir araya gelip tek bir hikâyeye dönüştüğü bu roman ortaya çıktı. ‘Merdivenlerdeki Derin Ölüm’ yine toplumdaki bir kadının yaşadığı baskıları ve bunlarla mücadele etme yollarını anlatıyor. Kadının öne çıkmasını kabullenemeyen erkek zihniyetine karşı, ben romanımda da bunları ifade etmeye çalıştım. Kitabımdaki kadın da hayallerinin peşinden giden bir kadını anlatıyor.

Ülkedeki kadınlar üzerinde artan baskılar ne hissettiriyor?

Ben de öfke hissini besliyor. Çalışmalarımda da bu öfkeye yer veriyorum genelde. Ama kontrollü bir öfke bu… Yani ben resim veya yazdıklarım aracılığıyla bu öfkeyi dışarıya yansıtıyorum. Kadınların özgürlükleri ve gelişimleri de kendi ellerinde diye düşünüyorum. Ben varım demek, bir kimlik olarak ben varım demek için, erkeklere taviz vermemeliyiz. Ben üretirken sadece kendim için bir şeyler yapmıyorum. Aynı zamanda iki genç kız annesiyim ve onlara da örnek teşkil etmek için üretiyor ve içimdeki gücün farkına varıyorum. Kadınlar güçlüğü ve bir sürü acıyı kaldırabiliyorsa, yapamayacakları şey yoktur diye düşünüyorum.

İyi ki yaptığım dediğin şey…

İlk sergim… Onu yapmasaydım, bu kadın olamazdım. Kırılma noktasıydı benim için ve bu sayede eleştirdiğim kadın rolünden sıyrıldım.

Senden sonra benzer yollardan yürüyecek kadınlara ne dersin?

Kendilerini nerde görmek istiyorlarsa, bunu belirleyip o yolda ilerlemeleri gerekiyor. Kendim için her zaman söylerim “Ağaçta olgunlaşmamış bir meyveyim, düşersem bir anlamım kalmaz.”

(EREN SARAN) 







 
Son Eklenen Haberler