131019098
19 Nisan 2024, Cuma

NESRİN KIRMIZITOPRAK: “HERKES KAPISINI KAPATIP, KÜÇÜK YAŞAMINI SÜRDÜRÜYOR!”

16 Eylül 2017, Cumartesi 06:59

     


‘Aliağa’nın Amazonları’ isimli yazı dizimize bu hafta 31 yaşında ülkenin bir başka şehrinden Aliağa’ya gelerek bir yaşam kuran, ailesi ve kendisi için mücadele ederek yaşamayı ilke olarak benimsemiş bir kadınla, Nesrin Kırmızıtoprak’ın hayatıyla devam ediyoruz. Nesrin bir çocuk annesi, emekçi bir kadın ve tüm yaşamı kendi ayakları üzerinde durarak geçmiş… Nesrin’in evine konuk olup, bir demlik çay eşliğinde yaptığımız bu sohbet umarız tüm emekçi kadınların yaşamından ufak da olsa bir kesit sunar.

Keyifli okumalar…

Seni tanıyabilir miyiz?

1976’da Tunceli’de doğup büyüdüm. On kişilik orta sınıf bir ailenin üçüncü kızıyım. Babam adliyede mübaşirdi. Evimize bir maaş girerdi. Ekonomik olarak zorlukları çok fazla bir ailede büyümeme rağmen, çok kardeşimin olması güzeldi. Paylaşımlarımız, dayanışmamız yüksekti. Bir insana paylaşmayı öğretmek istiyorsan, önce kardeşler arasında bunu sağlayabilirsin. Hep ekonomik sıkıntımız vardı. Okula giderdik, kalem almak isterdik paramız olmazdı. Sekiz çocuğun sekizine de yetmesi gerekirdi. Herkes servisle okula gidip gelirdi, bizler kardeşlerimle karda kışta hep yürüyerek giderdik.

Altı kız kardeş iletişiminiz nasıldı?

Biz aile ilişkileri anlamında şanslıydık. Anne ve babamın kız veya erkek çocuk ayrımı yoktu. Küçük erkek kardeşimin sürekli rahatsızlandığı dönem dışında bizlerin daha az önemsendiğini söyleyemem. Biz altı kız kardeştik ama kardeşten öte bir bağdı aramızdaki. Kardeşten de öte çok iyi arkadaşlardık. Her şeyimizi paylaşırdık. Beni ortaokula kadar anneannem ve dedem büyüttü. Daha sonra kendi ailemin yanına geçtim. İlk başlarda zorlanmıştım ama kız kardeşlerimle öyle bir bağımız oluştu ki ben onlardan ayrılmak, onlar benden ayrılmak istemedi.

Okul hayatın nasıldı?

Bizler ortaokuldayken de hem çalışıp hem okuyorduk. Adliye lojmanlarında oturuyorduk. Orada bazı ailelerin çocuklarına bakıyorduk. Aldığımız parayla da aile bütçemize katkıda bulunuyorduk. Biraz erken yaşta sorumluluk aldık diyebilirim. Evimize ilk kanepemizi kardeşlerimle kazandığımız paraları birleştirip almıştık. Ortaokuldan sonra liseyi bitirdim. Zaten hepimiz tüm zorluklara rağmen en azından liseye kadar okuduk. Lise bitti sonra markette çalışmaya başladım. Bizim orada çok iş imkanı yoktu. Ya mağazalarda ya marketlerde çalışırdık. Ben bir de kimseden bir şey istemeyi sevmezdim. Kendim yapabiliyorsam, kazanabiliyorsam ben yapmalıydım. O yüzden liseden sonra da kimsenin eline bakmadan kendi ayaklarım üzerinde durma çabam devam etti.

Tunceli’de hayat nasıldı?

Bizim okul yıllarımız, biliyorsunuz yoğun çatışmaların olduğu yıllardı. Yine de mutluyduk. Bu büyük ihtimalle orada doğup büyümenin verdiği güvendi. Bir çevremiz vardı ve herkesi tanıyorduk. Yaşanan acılarımız, mutluluklarımız ortak olduğu için herkes birbirinin dilinden anlıyordu. Bugün deseler gider misin; evet, orada yaşamak isterim. O kadar seviyorum işte memleketimi… O toplumda en sevdiğim şey kadına verilen değerdir. Ön plandadır. Benim ailemde de her zaman bize söylenen şey ‘Kız çocuğusunuz, okuyun hayatınızı kurun!’

Aliağa’ya nasıl geldin?

Amcam PETKİM’de çalışıyordu. Bir yaz tatili onların yanına geldim. Küçükken de beni çok sevdikleri, üzerimde çok emekleri olduğu için bırakmak istemediler. Çalışmaya başladım. İki yıl kaldım. Sonra burada eşimle tanıştım. Evlendik ve bir çocuğumuz oldu. 2004 yılında Aliağa’ya taşınmış oldum.

Uyum sağlamakta zorluk yaşadın mı?

Ben kendimi ifade edebildiğim için çok sorun yaşamadım. Tunceli küçük, İzmir ise büyük bir metropol olduğu için ilk korkuyorsun, ‘acaba yapabilir miyim?’ diye soruyorsun. Daha sonra gelip gördüm ki burada da herkes kendi işinin ekmeğinin derdinde devam ediyor hayatına. Farkımız yok aslında, o yüzden burada utanacak hiçbir şeyim olmadı.

Yaşam tarzı belki daha farklı, imkanlar daha geniş. Bizim orada ise yaşam rahat olabilirdi ama çok çatışmaların olduğu zamanlar olduğu için hayat daha sert ilerliyordu. Ben yine de burada insanların mutlu olduğunu sanmıyorum. Bunu gözlemledim. Herkes kapısını kapatıp kendi küçük dünyasını sürdürmeye çalışıyor çünkü. Biz komşumuzun durumunu bildiğimiz zaman evde tok uyuyamazdık. Mutlaka insanlar arasında dayanışma olurdu.

Evlendikten sonra yaşamın nasıl ilerledi?

Çocuğumun dünyaya gelmesiyle, zorluklarım da başladı. Yeni bir canlı dünyaya getiriyorsun, bence en güzel duygulardan biri. Yalnız olduğum için epey zorlandım. Çocuğumun sağlık sorunları da çıktığı için dokuz yıl mücadeleyle geçti. Anneyim ve çocuğumun ciddi bir sağlık problemi var. Büyük zamanımız hastanelerde geçti. Hala da böyle geçiyor ama kendime her zaman dik durmam lazım dedim. Kendi içimde kırgınlıklarım, depresyona girdiğim zamanlar oldu. Sadece sorumluluğum olduğu için bununla mücadele etmeyi öğrendim.

Bugün bir yemek firmasında çalışıyorsun, daha önce nerde nasıl çalışıyordun?

Daha önce de Aliağa’da Star rafinerisine yemek hizmeti veren bir firmada çalışıyordum. Çok zor bir iş hayatıydı. Orada kadınları hep ağır işlerde çalıştırıyorlar ve çalışan kadınlar üzerinde firma sahiplerinin ciddi psikolojik baskıları oluyordu.

Anlatabilir misin?

Kadınlar en çok temizlik ve mutfakta çalışıyor. Sürekli bir erkeğin yönlendirmesi altında çalışıyorsun. Bana en çok dokunan şeylerden biri bu oluyordu. Kadın bir mutfakta çalıştığı zaman evde ne yapıyorsa onu yapmasını istiyorlar. Kadının gelişmesine yönelik bir çalıştırma sistemleri yok. Kocaman kazanları temizlememiz isteniyor ama yanımıza yardımcı kimse verilmediği gibi belli bir iş tanımları da olmuyor. Sen meydancısın derlerdi ama bir bakmışsın kasapta bir bakmışsın pastanedesin. Her işi senden bekliyorlardı ama bu emeğin karşılığını alamazdık. Asgari ücretle çalışıyorduk ama mesaimizi almak mesela şirketin inisiyatifine kalıyordu. Çalışma performansı diye bir kavram da yoktu. İki yıldır aynı işi yapan arkadaşımız mesela yeni giren biriyle aynı maaşı almaya devam ederdi.

Çalıştığım sekiz ay boyunca, yer temizliği de yapardım, tüm sebzeleri soyardım, envanter çıkarırdım. Usta yemeği yapıyor ama onun tüm hazırlıklarını biz kadınlar yapıyoruz. Tabii bir de başımızda bizden sorumlu olan kadının kötü sözlerine, bağırmalarına maruz kalıyorduk. Ayran içmemiz bile yasaklanıyordu. Kendi işçisinin ayran içtiğini gördüğünde bağırır, parasını sizden keseceğim derdi. Çıkardığımız yemekten yerdik ama ayran, yoğurt ve tatlı yiyemezdik mesela… Bir işveren işçisinin daha iyi bir iş çıkarmasını istiyorsa ona nasıl davranacağını bilmeli. Ahkam keserek, onu ezerek işçinin daha iyi bir performans sağlamasını bekleyemezsin.

Sendikanız var mıydı?

Yoktu. Zaten bu yüzden de bizleri daha rahat eziyorlar. Arkadaşlarla birkaç kere konuştuk aslında ama o kadar sindirmişler ki kadınları, sendikanın adını bile duyunca korkuyorlar. İşten çıkarılmaktan endişe ediyorlar. Gerçi bizler zaten işveren tarafından sebepsiz, tazminatsız çok rahat işten çıkarılabiliyoruz. Sendika olsa mesela en azından bir arada oluruz. Bir gün yemek dağıtmasak mesela işveren bizi dinlemek zorunda kalır.

Sen neden işten ayrıldın?

Bir gün işe geldiğimde yemeklerden saç çıkıyor diye bizden beyaz başörtüsü takmamız istendi. Geldiğimde tüm arkadaşlarımın başı örtülmüştü. Bana da takacaksın zorunlusun dediler. Ben kabul etmedim. Benden bone takmamı istese ve bunu bana iletse kabul ederdim ama orada dayatılan başörtüsüydü. Ben de tartışıp, iş yerinden ayrıldım.

Şimdi çalıştığın yer nasıl?

İşin kendi yoğunluğu ve genel sorunlar var aslında ama eski iş yerinde çalıştığım yerdeki baskılar yok diyebilirim. İnsanlara en azından şunu neden yedin, neden böyle yaptın demiyorlar.

Aliağa’da kendine vakit ayırabiliyor musun?

Neredeyse hiç vakit ayıramıyorum. İş, ev hayatım böyle devam ediyor. Zaten Aliağa’da sinema, tiyatro, konser gibi etkinlikler olmuyor. Yani olsa da çok az ve nitelikli değil. Örneğin çocuklara yönelik etkinlikler olsa, ben oğlumun mutlu olduğunu görsem, iyi vakit geçirdiği kültürel aktiviteler olsa ben de mutlu olurum. Bir de bu tip etkinliklerin illa salonlarda, bilet alıp gittiğimiz etkinlikler olmasına da gerek yok. Yerel yönetimler biz kadınları ve çocuklarımızı düşünerek içeriği güzel etkinlikler, sokak tiyatroları, festivaller düzenlemeliler. Bize sunulan çocuğu parka götürmek, orada oturup eve geri gelmek.

Zaten Aliağa’da yönetim anlamında kadınların temsiliyeti yok. Olsa da muhtemelen bizleri dinleyip, yine kendi bildiklerini yapacaklardır, şu an böyle yapıyorlar. Bizim ihtiyaçlarımıza yaşamımıza yönelik bir çalışma ve çaba yok.

Değişen eğitim müfredatı seni endişelendiriyor mu?

Biz öyle çok paralar kazanan aileler değiliz. Emekçi insanlarız. Bizlerin çocukları devlet okullarına gidiyor. Son değiştirilen müfredat ile ise bizim çocuklarımız gerici, bilimsellikten uzak bir eğitime mecbur ediliyor. Ben bundan endişe ediyorum. Sen devletsen eğer benim çocuğuma eğitim vermek ve bu eğitimi bilimsel değerlerle yapmak zorundasın.

Bir an evvel bu saçmalığın son bulmasını istiyorum. Öğretmenler de bu konuda çok çaresiz biz de… çocuklarımıza yazık oluyor. Belki de geleceğin bilim insanları arada ezilip gidiyor. Eğitimin içerisine cihadı koyup, birinci sınıftaki öğrencilere 15 Temmuz’u anlatmak doğru değil. Zaten televizyonlarda savaş, kan, ölüm görüyor çocuklarımız bir de eğitimde bunu yapmalarını istemiyorum.

Eğer ekonomik anlamda imkanların gelişmiş olsaydı yine burada mı yaşamak isterdin?

Şimdi bu soruya cevabı çocuğumun sağlık koşullarını da düşünerek söylüyorum, Türkiye de yaşamak istemezdim. Çünkü Türkiye’nin sağlık hizmeti berbat... Biz senelerce hastanelerde çok kötü koşullar altında kaldık. Benim oğlum Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Bölümü’nde tedavi görüyordu. Bekleyebilecek bir hastalığı yok. Böbrekler çok hızlı protein üretiyorlar bu yüzden eve gideyim de oda boşalınca geleyim diyemezsin, ama sana diyor ki ‘ücretsiz odamız yok, ücretli odamız var’. Biz bunu ilk duyduğumuzda şaşırdık. ‘Otelde mi kalacağız?’ diye sorduk. Mecbur olduğumuz için kaldık. Odalar temiz değil. İkimiz de enfeksiyon kaptık. Çocuk bölümü olmasına rağmen orada yatan çocukların vakit geçirebilecekleri alanlar yok. Gerçekten gidip görseniz, ciddi tedavilerle uzun süre yatmak zorunda kalıyorsunuz ama size sundukları doğru düzgün bir sağlık hizmeti yok. Bunun ne kadar yanlış olduğunu dokuz yaşındaki çocuğum bile bir gün eczaneye gittiğimizde söyledi. ‘Ben anlamıyorum ya sağlık neden ücretsiz değil?’ dedi. Bizim ekonomik durumumuz belli, bir gecesi yetmiş beş liraya odalarda uzun süre kalıyoruz. Biz bununla nasıl baş edebiliriz ki?

Peki, son olarak Aliağa’da yaşayan kadınlara ne söylemek istersin?

Ben kadınlardan kendilerini ezdirmemelerini isterim. Ne olursa, kim olursa olsun kendinizi ezdirmeyin!

(EREN SARAN) 







 
Son Eklenen Haberler