12 Mayıs 2025, Pazartesi

‘Müzik benim için bir yarış değil…’

5 Mayıs 2025, Pazartesi 06:59

     


Melankolik ve güçlü atmosferiyle dikkat çeken yeni şarkısı ‘Saatin Kuşu’nu müzikseverlerle buluşturan İzmirli müzisyen Alişan Özaydın ile  müzik yolculuğu, “Saatin Kuşu”nun hikayesi ve gelecek planları üzerine  konuştuk. İyi okumalar. 

Yeni şarkınız “Saatin Kuşu”, zamanın akışı ve anı durdurma arzusu üzerine güçlü bir anlatı sunuyor. Bu parçanın ortaya çıkış süreci nasıl gelişti?

Saatin Kuşu”, aslında uzun süredir içimde taşıdığım bir duygunun şarkıya dönüşmüş hali. Zamanın sürekli akışı, hepimizin hayatında bir huzursuzluk yaratabiliyor; anları tutmak, zamanı yavaşlatmak istiyoruz ama elimizden kayıp gidiyor. Bu şarkıyı yazmaya başladığımda, tam da böyle bir dönemdeydim. Zamanın hızına karşı bir isyanla değil, daha çok onunla barışma çabasıyla ortaya çıktı. Sözleri de, o içsel konuşmanın doğal bir yansıması oldu. Bir anlamda ‘Saatin Kuşu’, zamanı durduramasak da, o anın içinde kalabilmenin bir yolu gibi benim için.

Soft rock ve country tınıları Türk müzik sahnesinde pek sık bir araya gelmiyor. Bu tarzları Türkçe müzikle buluştururken kültürel veya müzikal bir denge kurmaya çalıştın mı?

Aslında müzik yaparken bilinçli bir şekilde bir tarzı diğerine uydurmaya çalışmıyorum; daha çok hislerime kulak veriyorum. Soft rock ve country, doğallığı ve duygusal yoğunluğu yüksek türler, bu yüzden kendimi ifade ederken çok yakın hissettim. Türkçe sözlerle bu tınıları buluştururken, hem melodik hem de duygusal açıdan bir denge kurmaya çalıştım diyebilirim. Çünkü Türkçenin ritmi ve duygusu, özellikle hikâye anlatımı konusunda çok güçlü. O yüzden müzikteki batılı tınılarla, dilimizin sıcaklığı arasında kendiliğinden bir köprü oluştu. Zaten bana kalırsa müzik evrensel; duyguyu doğru aktarınca, tarzlar arasında bir yabancılık kalmıyor.

Başarılı bir müzisyen ve söz yazarı olarak sana şunu sormak istiyorum; Şarkı sözlerini yazarken önce müzik mi, yoksa söz mü gelir? “Saatin Kuşu”nda süreç nasıl ilerledi?

Bu aslında süreçten sürece değişiyor. Bazen önce bir melodi geliyor aklıma; ve üzerine bir şeyler mırıldanmaya başlıyorum. Ama eğer içimde beni gerçekten etkileyen bir mesele ya da yoğun bir duygu yoksa, o melodi tam anlamıyla şarkıya dönüşmüyor. Zamanla o his içimde birikiyor, hatta rahatsızlık verecek kadar yoğunlaşıyor. İşte o zaman kelimeler kendiliğinden dökülmeye başlıyor. “Saatin Kuşu”nda da bu tam tersi şekilde gerçekleşti. Saatin tik-tak sesinden etkilenip bu yaşa kadar geçirdiğim zaman gözümün önünden geçti şarkının ruhu, zamanın akışı karşısındaki o huzursuzluk duygusunun iyice içimde olgunlaşmasıyla ortaya oluştu ve sonra melodi ortaya çıktı.

Şarkında dinleyiciye “anı durdurma arzusu”ndan bahsediyorsun. Sence bu çağda insanlar neden bu kadar zamana karşı savaşıyor?

Bence günümüzde zaman kavramı hiç olmadığı kadar hızlandı. Sürekli bir yerlere yetişmeye çalışıyoruz, bir şeyleri kaçırmaktan korkuyoruz. Teknolojiyle birlikte her an her şeye ulaşabiliyoruz ama bu da bizi sürekli meşgul ve huzursuz kılıyor. Bir anı tam anlamıyla yaşamak neredeyse lüks gibi oldu. İnsanlar aslında zamana karşı değil, bu hızın yarattığı yüzeyselliğe karşı savaşıyor gibi hissediyorum. “Saatin Kuşu” da tam olarak bu hisle ortaya çıktı; zamanı durdurmak değil belki ama o anın içinde gerçekten var olabilmeyi istemek. Bu noktada köye yerleşmem, sakin yaşam  ile birlikte gelen olaylara daha tepeden bakmamı sağladı.

Kurumsal bir geçmişten gelip müziğe ve çiftçiliğe yönelme kararı aldın. Bu radikal değişim sürecinde karşılaştığınız zorluklar ve kazandığınız deneyimler neler oldu? Bu dönüşüm, sanatını nasıl etki etti? Bu sorudan hareketle seni tanıyabilir miyiz?

Bir önceki soruda da biraz değindim, şimdi büyük bir iştahla açmak isterim. Şehirde yaşarken o kalabalık, kaos ve sürekli bir yerlere yetişme hali içinde insanlar çoğu zaman istedikleri noktaya varamıyor. Ben buna zamanla “duygu sağırlığı” ismini taktım. Köye yerleşme kararım, bu sağırlıktan kurtulma arzusuyla başladı. Köyde, doğanın içinde, toprakla uğraşarak geçen hayatım, o duygusal tıkanıklığı açtı. Teknolojiden olabildiğince uzak durarak, kendimi bilinçli bir şekilde sıkılmaya zorluyorum. Bu yalnızlık ve dinginlik hali, hem müzikte hem de genel üretkenliğimde inanılmaz bir artış sağladı. Şarkılarımda da bunun hissedildiğini düşünüyorum.

Özetle, hayatımdaki bu dönüşüm sadece yaşam biçimimi değil, sanatımı da kökten değiştirdi.

Solo müzisyen olarak kendi yolunuzu çiziyorsunuz. Bağımsız bir sanatçı olmanın avantajları ve zorlukları neler?

Daha önce hep bir prodüksiyon firmasıyla çalışmıştım, ama bu sefer bağımsız bir müzisyen olmayı tercih ettim. İnanın bu hiç kolay bir yol değil. Her iki tarafın da kendine göre avantajları ve dezavantajları var. Özellikle Türkiye şartlarında, hele ki İzmirli bir müzisyenseniz, üretim yapmak ciddi anlamda zorlayıcı olabiliyor. Bu süreçte sevgili dostum Turhan Oğuzhan Atay’ın desteğini her zaman yanımda hissettim. Bir müzik şirketiyle çalışmak da kolay değil, çünkü avantajlarından tam anlamıyla faydalanabilmek için İstanbul’da yaşamanız gerekiyor.

Ben bu konuda çok keskin düşünmüyorum; her müzisyenin kendi önceliklerine göre karar vermesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bağımsız olmak, maddi açıdan ciddi bir yük getiriyor. Eğer hızlı bir şekilde belirli bir noktaya ulaşmak istiyorsanız, bu yük bazen çok ağır olabiliyor. Yani her yolun kendi içinde bir dengesi ve bedeli var.

Yapay zeka ile müzik videosu üretimi gibi yenilikçi bir yaklaşım benimsediniz. Teknolojinin müzik üretiminde veya yaratıcı süreçlerde daha fazla yer alması hakkında neler düşünüyorsunuz? Bu, sanatın ruhunu nasıl etkiliyor?

Bence yapay zekanın artık hayatımızın bir parçası olması gerektiği çok açık. Eğer onu doğru şekilde ve kendi kontrolümüz altında kullanabilirsek, verimimizi ciddi anlamda artırabileceğine inanıyorum. Sonuçta yapay zekâ, bizim ona sunduğumuz veri ve yönlendirmelerle çalışıyor; yani hâlâ insan dokunuşuna, insan aklına ihtiyaç duyuyor.

Yapay zekânın duygusal bir varlık olduğunu ise henüz düşünmüyorum. Sanat dediğimiz şey tam anlamıyla duygu işçiliği. Bir anı, bir hissi, bir yaşam deneyimini başka bir insana aktarabilmek. Yapay zekâ bu derinliği henüz taşıyamıyor ve belki de hiçbir zaman tam anlamıyla taşıyamayacak.

Bu yüzden teknoloji yaratım süreçlerimize destek olabilir, kolaylaştırıcı bir araç haline gelebilir ama sanatın özüne, o ruhuna birebir sahip olamaz. Önemli olan bizim ona nasıl bir rol biçtiğimiz. Sanatçının hikâyesi, duygusu ve özgünlüğü her zaman işin merkezinde olmalı.

“Saatin Kuşu”nun ardından dinleyicilerinizi nasıl projeler bekliyor? Yeni albüm veya konser planlarınız var mı?

Öncelikle şunu söylemeliyim ki, ben algoritmaya yenik düşmek istemiyorum. Sırf algoritmalar sık üretim istiyor diye sürekli içerik üretmek bana samimiyetsiz geliyor. Müzik benim için bir yarış değil; bir ifade biçimi ve bir ihtiyaç. O yüzden üretimlerimde içimden geldiği gibi, zamanını bulduğunda ilerlemeyi tercih ediyorum. Şu anda yeni bir proje üzerinde çalışıyorum. Yetiştirebilirsem, ilk kez Karaburun Parlak Köyü’ndeki Börklüce Şiir Günleri’nde dinleyicilerle buluşacak. Projemin adını da burada ilk kez söylemiş olayım: “Sanmayın ki Bi Masal Bu”. Bu, bir bestemden yola çıkarak tasarladığım anlatımlı, müzikli bir gösteri olacak. Konusu ve detayları biraz sürpriz kalsın istiyorum; zamanı geldiğinde belki bir haber olarak daha detaylı bir şekilde paylaşırım.

(SERKAN SELİNGİL)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 







 
Son Eklenen Haberler