131019098
24 Nisan 2024, Çarşamba

MİNE SÖĞÜT: “SAĞDUYUDA DEĞİL, TÜKETİMDE EŞİTLENİYORUZ!”

30 Eylül 2017, Cumartesi 07:04

     


Geçtiğimiz hafta İzmir Büyük Şehir Belediyesi’nin düzenlemiş olduğu ‘Edebiyat Günleri’ dolayısıyla Aliağa’da bir söyleşi gerçekleştiren Gazeteci Yazar Mine Söğüt ile ülkede yaşanan süreçlerden, kendi deneyimlerine ve yaşamına dair konuştuk…

İBB’nin düzenlediği bu etkinliğin ana teması ‘Türk Edebiyatında Barış’. Bu talep etrafında sizleri bir araya getiren şey neydi? Neden özellikle ‘BARIŞ’ı konuşmak istediniz?

Aslında çok acıklı, adına negatif olmaması dolayısıyla ‘Barış’ desek de, savaşı konuşuyoruz. Çok uzun yıllardır süren hem duygusal hem de fiili ağır bir savaşın içerisindeyiz. Bütün devletler, resmi ve gayri resmi devletler savaş sever. Ben bu meseleye çok eşitlikçi bir anti-militarizm ile yaklaşıyorum. Düzenli ordu için de düzensiz ordu için de vicdani ret yaygınlaşmadıkça hiçbir zaman barışamayacağız biz bu küçük topraklarımızda… Bu savaşı besleyen her şeye tartışmasız, amasız karşı durmaktan başka da çaremiz yok diye düşünüyorum. Bu çok zor bir şey o yüzden hep savaşı konuşuyoruz, barışı konuşamıyoruz. Ortadoğu coğrafyası zaten cayır cayır yanan bir coğrafya… Orada da bugüne kadar yalan yanlış devlet politikalarıyla bulaşmamaya çalıştığımız, meclisin kırık dökük beceriksizce de olsa ülkeyi sakındığı savaşlara şimdi artık kontrolsüzce, göbekten giriyoruz. Çok kirli bir ekonomi dönüyor ve bunu hepimiz biliyoruz, bu savaş ekonominin aracı, siyaset de öyle. Her coğrafya da buna alet oluyor. Böyle bir durumda bizim savaşı doğru düzgün konuşmamız gerekiyor ki bizim istediğimizin ne olduğunu bulabilelim. Etkinlik boyunca da hep savaşı konuştuk.

Bugün Aliağa’da aldığınız tepkiler nasıldı?

Çok güzel bir konuşma yaptığımızı düşünüyorum. İlginç bir şeydir ki bu etkinliğin merkezden çıkıp çevre ilçelerde sürdürülmesi biraz zorlayıcı olmakla beraber, önemli de bir adım. Dinleyici çekmek, organizasyon yapmak mesafeden kaynaklı zor... İnsanlar alışık merkeze gelmeye, merkezden kalkıp buralara gelmezler, buralarda ne kadar duyurulabildi bilmiyoruz ama farklı parti belediyeleriyle iş birliği yapılabilmesi de oldukça güzel… Savaş konusu riskli bir konu ve etkinlik kapsamında Kürt yazar arkadaşlarımız konuşmalar yapıyor. MHP’li bir belediyede Kürt yazar arkadaşımla Aliağa’da kimlikler üzerine çok güzel sohbet ettim. Hem de kimse fikrini sakınmadan, niyetini çok belli ve derdi açıktı. Sadece hüzünlendik ve üzüldük aynı dertte olduğumuzu konuşabileceğimiz bir ortam oldu. Bu bence çok kıymetli… Çünkü temel sorunumuz bu; biz insanları kırabileceğimizi düşündüğümüz için bir takım politik meseleleri sansürlü konuşuyoruz bu da meselenin çözümü noktasında zarar veriyor. Mutlak bir barıştan söz ediyorsak hiçbir hassasiyet gözetmemiz gerekmiyor. Siz gözetmediğiniz zaman karşı taraf da böyle bir talepte bulunmuyor. Kürt arkadaşlarımızı üzer miyiz? Niye üzelim? Biz birbirimizi seviyoruz. Edebiyat penceresinden bakan, savaş karşıtı insanlarız.

Hepimizin bir takım amaları olabilir, kimse barışı istemeyi yadsıyamaz. Belki de buna güvenmeliyiz. Aliağa’da bunu konuşabilmemiz bir şeyi çözer miydi, bilmiyorum ama ben bunu sağlayabildiğimiz için mutluyum.

Aliağa çok büyük bir işçi havzası, emek ve sınıf sorununa ilişkin neler düşünüyorsunuz?

Yoksulluğun kriterleri, istekleri değişti. Kapitalizmin en büyük başarısı yoksulları sosyalizmden çalması oldu. Sosyalist düşünce yoksulları kaptırınca büyük çıkmazlara girdi. Şu anda bunun bocalamasını yaşıyor… Ama değişir. Sorunun sınıfsal olması değişmedi fakat dengeler bozuldu. Çok uzun soluklu bir süreçte dengeler bozulur ve tekrar kurulur. Tüm dünya tek bir iktidar var bu da para. Artık hiçbirimiz bunu yadsımıyoruz, en zenginimizden en fakirimizde aynı telefonlar, aynı teknoloji aynı data var. Böyle baktığımızda bu eşitlik yoksulluğun aleyhine işleyen bir eşitlik. Akıl ve sağduyuda eşitleneceğimize tüketimde eşitleniyoruz. Tarihsel süreçlerde her şey tepetaklak oluyor ve karşıtı geliyor. Böyle diyalektik baktığımız zaman bir umut da oluyor. Bizim neslin sorumlu olduğu çağda fena çuvalladık diye düşünüyorum.

Eliniz kalemle buluştuğunda daha çok neler yazmak durumunda kalıyorsunuz?

Ben hala kötülüyle uğraşıyorum ve 50 yaşındayım. 20-30 yıl daha yazacaksam eğer, çok kolay yakamı kötüden kurtaracağımı zannetmiyorum. Yanılırsam çok mutlu olurum, daha uzun süre kötüyle, kötücüllükle uğraşacağımı düşünüyorum. Doğrusu bir farkındalık peşinde bunu yapmak. Kötüyü analiz etmek, kötüyü yıkmak için anlamaya çalışmakla geçti şu hayatım, daha da bundan kendimi sıyırabileceğimi sanmıyorum. Ben can sıkıcı derecede gerçekçiyim. Yanılmayı çok isterim. Umutlu arkadaşlarımla da tüm konuşmaları böyle noktalandırıyorum, ‘Siz yanılırsanız, mahvolduk. Ama ben yanılıyorsam harika bir şey olacak!’

Kendinizi kadın odaklı bir yazar olarak tarif etmek istemiyorsunuz? Ama ülkede yaşanan baskılara karşı herkesin kendi bulunduğu alandan sözler söylediği süreçlerden geçiyoruz. Sizin endişeleriniz nerede kilitleniyor ve çözümünü nerede görüyorsunuz?

Ben meseleleri bütün ve ekonomik olarak ele alıyorum. İnanç meselesi, coğrafya meselesi var büyük bir ekonomik kıskacın altında yaşıyoruz. Şöyle düşünün yaşadığınız dahil olduğunuz sınıfın hikayelerini anlatmıyorsunuz. Kadın sorununda da böyle; kadın meselesine odaklanırken de kadın olduğunuz duygusuyla yazmıyorsunuz. Böyle yazar arkadaşlarımız var, kendi pencerelerinden bakarlar ve önemlidir. Bir yoksul kendi hayatından yazdığı zaman da böyledir. Ama ben her şeye belli bir mesafeden bakmaya çalışıyorum. Kendi kadınlığım, tarif ettiğim ve yazdığım kadınla, ya da bireysel sorunlarım, yaşamım irdelediğim ve içinde kaybolduğum dünyaya hiç ait değil. Tabi ki benim endişelerim, benim aklımdan çıkıyor ama parçası olduğum dünyadan çıkmıyor. Bazı hallerim kadınlığın temsil ettiği değerlere girer bazı hallerim ise erkeklerin temsil ettiği değerleri taşır. Bir erkek çocuğu kadar dağınığımdır, ev toplamam ama çok da anacımdır, bir yandan da çocuk sahibi olmam, annelikle işim olmaz. Kadınlıkla özdeşleşmiş pasiflik ben de yoktur. Hiç ezilmedim, evet ezmeye kalkanlar mutlaka oldu ama bana hiç ulaşamadılar.

Hiç tacize de uğramadım. Bir adam bir kadını taciz ediyor diye düşündüm. Kendimi bir mağduriyet üzerinden hiç hissetmediğim için kendimi kadın yazar olarak tanımlamaktan sakınıyorum. Ama insanların cinsellik üzerinden birbirlerine uyguladığı faşizm önemli bir nokta… Savaşlar bu kimlik mücadelesi üzerinden çıkıyor. Ülke gerçeğimizdir bu…

Peki, çocuklarınıza kendi ahlakınızı, bilimden yana olmayı öğretin demiştiniz, nasıl yapacağız bunu? Çocuklarımızı okula göndermemeyi mi konuşacağız?

Çocuklarımızı okullara göndermemek bir lüks gerektiriyor. Çoğu insanın böyle bir lüksü yok. Daha standart hayatlar kuruyoruz. Ben dışarının nasıl olduğunu hep evde öğrendim. Yedi ayrı ilkokulda okudum, 74 yılında ilkokula başladım, 79 yılında okulu bitirdim. Türkiye’nin çok zor yıllarıydı. Gölcük’te başladım okumaya, Tatvan’da bitirdim. Bağdat caddesinde çok lüks bir okula gittim ama Anadoluhisarı’nda çok yoksul çocukların okuduğu okula da gittim. Hiçbir zaman iyi bir öğrenci olmama rağmen hayatı o kadar güzel anladım ki… bugün ben birazcık ahkam kesebiliyorsam bu çeşitliliği bu farklılığı gördüğüm için, ailemin eğitim kaygısı olmamasından kaynaklıydı. Bir mesleğin olmalı güçlü bir kadın olman için dediler. ‘Okuyacaksın, bir mesleğin olacak sonra ne yaparsan yap!’ dediler ve bizim evin dini buydu. Zar zor bir meslek edindim, gazeteci oldum. Kötü eğitimde, annemden babamdan aldıklarımla bunu yaptım. Şimdi bu noktada başka bir çare kalmadığını görüyorum. Benim neslimi biraz deşerseniz, hepsinin küçükken Behrengi okuduğunu görürsünüz. Bir inanç gibidir, insanı sınıf farkını anlatır. Vicdanı anlatır. Behrengi’nin kitaplarını okuduğunuz da Komünist olmazsınız ama vicdan sahibi olursunuz. Vicdan biçimlendirici bir noktadır. Ben hep bunları evde öğrendiğimi için evleri hiç küçümsememek, önemsemek gerektiğini düşünüyorum.

Tüm bu kargaşanın dışında Gümüşlük’te yaşıyorsunuz. Hayat şehirden uzakta nasıl gidiyor?

On yıldır şehirde yaşamıyorum. Maalesef internet diye bir şey var ve haftanın üç günü hastalanıyorum. Salı, Çarşamba, Perşembe günleri yazı yazıyorum, Gümüşlük’te olmuyorum. İnternetin korkunç haber dünyasının içerisinde çok yoruluyorum. Geri kalan dört günde ise uzak duruyorum. Sakınıyorum kendimi. Benim için o sadelik önemli, ara ara uzaklaşmaya çalışmak. Tercih ettiğim bambaşka bir hayat var onu yaşamak benim için çok kıymetli.

Bunun bir lüks olduğunu düşünüyor musunuz?

Hayır. Tabii tercih, tercihlerimizin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bunu şehirde de yapabilirsiniz. Çok kötü bir işte çalışırken de yapabilirsiniz. Bir lüks hiç değil hatta zor da bir durum. Musluğu çevirdiğinizde bilemiyorsunuz sıcak mı akacak, soğuk mu akacak. Ama yapısal olarak kolay ayırırım meseleleri birbirinden. Gerçekçi baktığım için kendime ayırdığım zamanları korumak noktasında ısrarcıyım.

Son olarak bu sonbaharda biteceğini söylediğiniz bir kitap vardı?

Biraz yavaş gitti ama bu kış bitecek ve ilkbahara sanırım basılmış olur. Korkular üzerine bir roman. Karmakarışık bir kurguyla yorucu bir roman yazıyorum.

(EREN SARAN) 







 
Son Eklenen Haberler