“Bu Kadar İnsan Yalnızken Bu Kadar İnsan Niye Yalnız? ”
10 Ekim 2025, Cuma| Tweet |

İnsanlık Halleri - Sergül GÜLTEKİN
Oğuz Atay’ın “Tutunamayanlar” romanı, bu sorunun en açık ve güzel cevabıdır. Çok sevdiğim bir yeri paylaşmak istiyorum:
“ Beni bir gün unutacaksan, bir gün bırakıp gideceksen, boşuna yorma derdi boş yere mağaramdan çıkarma beni, alışkanlıklarımı özellikle yalnızlığa alışkanlığımı kaybettirme, boşuma tedirgin etme beni, bu sefer geride bir şey bırakmadım, tasımı toprağımı topladım geldim, neyim var neyim yoksa ortaya döktüm, beni bırakırsan sudan çıkmış balığa dönerim. “
Ve bırakıldık. Hepimiz bu deneyimi yaşadık, bir kez belki de daha çok. Kimin gittiği önemli değildi. Ya bir adımla, ya sözle ya da hayal kırıklığı ile bırakıldık. Acı çektik, ciğerimizi kartallar yeniden ve yeniden yedi, sabahları dünya ağrısı ile uyandık, geceleri karabasanlar ile dost olmayı öğrendik. Dünyada bir başımıza kaldık, kendimize bulunduğumuz yerden konum attık. Kalabalıklar insan değildi sanki, üstümüze doğru yürüyen hayal kırıklıklarıydı. İlaçlar içtik, uyuşmak ve hatırlamamak için. Uyuduk, uyuduk ve uyuduk… Ölmedik, uyuduk biz de. Kimse izin vermedi yaranın kabuk tutmasına, her gelen kabuğu kaşıdı. Hep kanadık. Şeytanın bacağını kıramadık ama kötü de olmadık. Onlar gibi olmaktansa mağaramıza saklandık. Bu sefer sırtımızda kamburlarımız vardı ve bu sefer mağara eskisi gibi değildi. Sudan çıkmış balık olarak susuz yaşamayı öğrendik. Yine mağaramıza döndük ve yemin ettik, kendimize söz verdik, bir daha inanmayacaktık. Bir dönüşüm şansımız daha yoktu ve biz daha fazla dönüşmek istemiyorduk. Biliyorduk her dönüşümde iki seçenek vardı ya ölecektik ya da onlar gibi olacaktık. Onlar gibi olmak istemiyorduk. “Ah canım bilimsel Selim” onlar gibi olmadığı ve olamadığı için gitti. Çoğumuzun gitmeye cesareti yoktu, kendimize mağaramızda bir hayat kurduk.
Gerçekten başkaları cehennem oldu. Çok sevdiğim Küçük İskender’in sorduğu bu güzel soru “ bu kadar insan yalnızken bu kadar insan niye yalnız?” işte böyle cevap buldu. Denk gelenlere ne mutlu! Ama denk gelemedik yarası yaramıza eş olana, anlayana. Biz zaten azınlıktık. Korktuk, insana dokunmaya, bize dokunmalarına artık korkar olduk. Özellikle naif, hassas, duyarlı bir de zeki bir insansanız dünya çok daha zor bir yer haline gelebiliyor. Yine “Tutunamayanlar”dan şurayı paylaşmak istiyorum:
“ istediğin kadar yaz Selim, dedim. Hiçbir korku aklını gölgelemesin. Sonunda pişman olursun ama; dayanamazsın dedi. Boş yere yorulursun, usanırsın benden, dedi. Zarar yok Selim be, dedim. Bir insan da senin yüzünden sıkılsın; bir insandan da utanma; ne olur? “
Fay Bound Albert’in “ Yalnızlığın Biyografisi ( Bir Duygunun Tarihi) “ adlı kitabında, İsveç’te Linköping Üniversitesi Toplumsal Araştırmalar ve Sosyal Güvenlik Araştırmaları bölüm başkanı Profösör Lars Andersson’un yalnızlık tanımına rastladım. Şöyle diyor:
“ Kişinin başkaları tarafından yabancılaştırıldığı, yanlış anlaşıldığı ya da reddedildiğini hissettiğinde veya istediği faaliyetleri özellikle de bir toplumsal bütünleşme hissi veren ve duygusal yakınlık fırsatı doğuran faaliyetleri gerçekleştirecek uygun toplumsal partnerlerinden yoksun olduğunda hissettiği kalıcı duygusal sıkıntı durumu.”
Kapitalizm de yalnız insanları sevmez hatta toplumda da yalnız insanlar küçümsenirler. Yalnızlık, onlara göre vebadır, hastalıktır, uyumsuz ve agresiftir. Oysa o insanların yalnızlığı seçmemek için ne kadar çaba verdiklerini, bir zamanlar ne kadar mücadeleci ve yardımsever olduklarını umursamazlar. Onların içindeki iyiliği, naifliği görmezler. “ Yalnızlığın Biyografisi “ kitabında yine şöyle diyor:
“ Yalnızlık, ulusal ve ekonomik bir yük olarak algılanmaktadır çünkü çok sayıda duygusal bir yük olarak algılanmaktadır.”
Bizler de yalnız görünmekten çoğu zaman korkarız, çekiniriz. Güçsüz, sorunlu, yetersiz olarak algılanmak istemeyiz. Bir kafeye ya da bara gidip tek başına bir şeyler içmek, sinemaya ya da tiyatroya tek gitmek özellikle bir restoranda tek başına yemek yemek bize zor gelir. Oysa bazen insan bunları da yapabilmelidir. Bu dünya başkaları ile olduğu kadar kendi benliğimizle de ilgili bir yolculuktur. Özgürlüğü, kendin olmayı, aşkı, şefkati, anlayışı bulamadığımız şu dünyada yalnızlık kaçınılmaz bir şekilde çağın vebası haline geliyor. Son olarak yine “Tutunamayanlar“dan bir alıntı yaparak yazımı bitirmek istiyorum:
“ öyle söylerlerdi. Beni bulamayacaklar. Ne kadar uğraşsalar çözemeyecekler sırrımı, derdi. Sonunda pişman olacaklar. İnsan müzesinde bir manken eksik kalacak. Bir biçim veremeyecekler bana. Bir türlü bir biçime sokamayacaklar beni. Böylece intikamımız alınacak. “
KÖSE ADI :İnsanlık Halleri
