9 Temmuz 2025, Çarşamba

‘YAZMAK BİR TANIKLIKTIR’

7 Temmuz 2025, Pazartesi 06:55

     


Öykülerinde derin duygular, incelikli gözlemler ve güçlü bir anlatım diliyle hayatın sıradan anlarını olağanüstü birer hikâyeye dönüştüren Eski Zaman Türküsü ve Dünyanın Bütün Karıncaları kitaplarının yazarı Cabir Özyıldız ile edebiyat üzerine konuştuk. İyi okumalar.

Eski Zaman Türküsü ve Dünyanın Bütün Karıncaları öykü kitaplarınızda Çukurova’nın toplumsal ve kültürel dokusu güçlü bir şekilde hissediliyor. Bu bölge, yazınsal dünyanızı nasıl şekillendirdi? Çukurova’nın öykülerinizdeki yeri nedir?

Büyük bir ailede ve avlusu portakal bahçesine bakan bir evde doğdum. Babamlar dokuz, annemler yedi kardeştiler. Ve hemen hepsi aynı mahallede oturuyorlardı. Haliyle akraba çeşitliliği ve tantana yönünden hiç sıkıntı yaşamadım. Bu akraba kalabalığının yanı sıra yaşadığım yer durmadan göç alan şehrin kenar mahallesine denk geldiği için de birçok halktan oyun arkadaşlarım oldu. Şehrin kenarında doğup büyüdüyseniz bu gününüzün büyük bir bölümünü de sokakta geçiriyorsunuz anlamına gelir. Çukurova bölgesinin genel olarak mahalleleri, sokakları hep bir hercümerç, kaos ve çılgın işlere sahne olduğu için de çocukluğumdan bu yana tanık olduğum olay, durum, karakter sayısı bana ve yazdıklarıma hayli zenginlik kattı. Çukurova geçmişten bu yana sınıfsal çelişkilerin, gelir dağılımındaki uçurumun, isyanın, makaranın, boş beleş işlerin, su gibi akan boğma rakının, eğlenmeyi ve sövmeyi seven insanların merkeziydi. E sizde de yazıya karşı bir eğilim, insanlarla, onların yaşam koşullarıyla ilgili bir derde sahipseniz bütün bu gördükleriniz, yaşadıklarınız size ayrıca bir artı sağlıyor. 

Çukurova edebiyat geleneğinde Yaşar Kemal, Orhan Kemal gibi ustaların etkisi hissediliyor. Kendinizi bu geleneğin neresinde görüyorsunuz?

Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Muzaffer İzgü okuma, yazma, insanları anlama, tanıma hususunda bana her zaman yol gösterici olan yazarların başında gelmişlerdir. Onların işlediği/anlattığı coğrafyada doğup büyümüş olmam, anlatılan insan malzemesinin benim gördüklerimle benzeşmesi, dillerinin yalınlığı, romanlarının, öykülerinin merkezine aldığı insan tipleri çocukluğumdan beri ilgimi çekmişti. İlk gençlik yıllarımda şöyle düşünürdüm,  bir gün yazmaya başlarsam onlar gibi yazmak istiyorum. Ancak, edebiyatla yazı anlamında mesaiye başladıktan sonra Orhan Kemal ve diğer ustalarımla birebir benzeşmenin hem dönemin ruhunu kavrama noktasında eksik kalacağı hem de kendimi ifade etme noktasında bana bir farklılık katmayacağını, benim de dil, anlatım tekniği, bana has üslubumun olması hususunda kendi yolumu bulmam gerektiğini öğrenmeye başladım. 

Ustalarımla aynı coğrafyada doğup büyümek, benzer insan hikâyelerinin içinde yoğrulmak, onların işaret ettiği olayları, durumları genç yaşta kavramaya çalışmak benim için oldukça avantajlı bir durum olageldi. Dezavantaj olarak gördüğüm şey ise hemen hemen yok. Çünkü her ne kadar onlarla aynı coğrafyayı, aynı insan tipolojilerini benzeşen tarzda yazsak da zaman, değişen koşullar, dil ve anlatım biçimleri değişti.  

Yazarlık serüveniniz nasıl başladı? En çok hangi kelimeyi seviyorsunuz? Bu sorulara bağlantılı olarak da sizi tanıyabilir miyiz diye sormak istiyorum.

Çocukluğumdan beri kitaplarla aram hep iyi olagelmişti. Ancak yazmak gibi bir dürtüyü çok sonraları keşfedecektim. İlk zamanlar yalnızca okumak kısmı beni ilgilendiriyordu. Sonra sonra dünyanın, yaşamın ve kendimin farkına varmamla birlikte bir arayış içerisine girdim. Önceleri şiirimsi diyebileceğim karalamalar, ardından düzyazı vs. teşebbüslerim oldu. Fakat hiçbirinde yetenekli olmadığımı anlamam uzun sürmedi. Ve sonunda öykü yazabildiğimi keşfetmemle birlikte yazı yolculuğuma yeteneğim olduğunu düşündüğüm öyküyle devam ettim.

Birçok duyguyu riyasız ortaya döktüğü için Kirpik kelimesini çok severim.

Son sorunuza gelirsek, esasen kendinden bahsetmeyi seven biri değilim. Fakat bu nazik davetinizden el alarak kısaca bir özet geçebilirim. 1978 yılında Adana’da doğdum. Yazmayı ve bilhassa okumayı seven, kahkaha atmayı, ağlamayı, hüznü, neşeyi özcesi hayatı bir bütün olarak kabul eden ve onu gereğince yaşamaya gayret eden biriyim. 

Öykülerinizde sıradan hayatların derinliklerine iniyorsunuz. Sıradan olanı anlatırken okuru sarsmak nasıl mümkün oluyor sizce?

Bunu üç şeyle kısaca anlatayım, dil, kurgu ve duyarlılık.

Herkesin yazdığı ama kimsenin dillendirmediği bir duygu ya da konu var mı sizin için? Sizce edebiyat o sessiz alanı aydınlatabilir mi?

Doğruyu söylemek gerekirse bugüne kadar genelde edebiyata konu olan meseleler üç aşağı beş yukarı bi şekilde yazılmış, söylenmiştir. Ancak her yazar o konuları kendi bakış açısına, duyarlılığına ve dil becerisine göre yeniden yazar.

Önemli olan yazdığımız öykü konusunun daha önce yazılıp yazılmadığı değildir aslında, bizim nasıl, ne şekilde ele alıp yazdığımızdır.

Her iki kitabınızda da toplumsal meselelere, insan ilişkilerine ve bireyin iç dünyasına dair derin gözlemler var. Öykülerinizde bu temaları işlerken neyi amaçlıyorsunuz? Okuyucuya ne hissettirmek ya da ne düşündürmek istiyorsunuz?

Genelde her edebiyatçı yazmaya evvela kendinden başlar. Bu duruma, bir nevi kendini keşfetme sürecidir de diyebiliriz. Sonrasında gözünü, gördüklerine/görmediklerine diker, geçmişi didikler, gelecekten rol çalar. Başkalarının dertlerini derdi bilir, onlara olmasını istediği yaşamlar biçer. Umut ettiği, olmasını istediği, her şeyi kendi bildiği/belirlediği sanat anlayışı ve edebi estetiğine göre bilinç süzgecinden geçirerek yeniden biçimlendirir.

Benim edebiyat anlayışıma göre mademki insanı anlatmak gibi bir derdim var, o zaman ben de işe insanı anlamaya çalışarak başlamalıyım. Yalnız anlamaya çalışmanın da tek başına yeterli olmadığını, insanı anlamaya çalışmanın sizin de belli bir dünya görüşünüzün, insanı ve onun toplumla, devletle ve dünyayla ilişkisini de okuyabilmenizle ilgili olduğunu düşünürüm. Bireyi salt birey olarak ele alırsam, ekonomik, siyasal, kültürel, etnik kökenini görmezden gelirsem işte orada yanılacağımı çok iyi bilirim. Yarattığım karakterleri (hangi köken ve sınıftan olursa olsun) kendi koşulları içerisinde çözümlemek ve edebi estetik anlayışıma göre yansıtmak gibi bir gaye güdüyorum.

Son sorunuza gelirsek; edebiyatın bir görevi var mıdır, öğretir mi, kişiyi, düşüncelerini değiştirir mi ya da okuru düşünmeye iter mi? Bu biraz da sizin meseleye nereden baktığınızla ilgilidir. Edebiyatı yalnızca kelimeler, imgeler, metaforlar, eğretilemeler vs. bütünü olarak görüyorsanız, edebiyat size yaratım ve başarı hazzından başka bir şey katmaz. Diğer yandan sanatın özel olarak da edebiyatın insanı değiştirici, dönüştürücü gücüne inanmak ve o doğrultuda kafa patlatmak gibi bir derdiniz varsa iş orada değişir. Yazın türünün bir bütün olarak kötülüğü, olumsuzluğu, dünyada ve ülkemizde var olan haksızlıkları, katliamları, bir sınıfın diğer bir sınıf üzerindeki tahakkümünü değiştirebilecek gücü elbette yoktur. Yazar,  yukarıda saydığım olumsuzlukları, görmezden gelinenleri, kent uçurumunun kıyısında duranları, ötekileri;  ajite etmeden, slogan atmadan, bağırmadan aktarıyor ve yaratılan karakterle okur arasında bir empati bağı kurarak, insan evladının yaşadığı trajediler bütününün nedeninin o insanların tercihlerinden öte bir yerlerde olduğunu gösteriyor ya da sezdirebiliyorsa işte o zaman insanı anlama çabası içine giriyordur. Yazar yukarıda belirttiğim üzere hareket ediyor ve düşünüyorsa üç aşağı beş yukarı amacına da ulaşmış oluyor zannımca. 

Bir öyküyü “tamamlanmış” hissettiğiniz an ne zamandır? O içsel sesi nasıl tanırsınız?

Yazdığım öykünün fazlalıklarını attığıma ikna olduğum an öykü benim için bitmiş sayılır. Orada içsel bir ses değil de el yordamıyla, tecrübeyle verilen bir karar vardır.

Yeni projeleriniz var mı?

Yazmayı planladığım işçi öyküleri projem var. Fakat bu işçi öykülerini yazarken didaktizmden uzak durmayı hedefliyorum. Slogan atmadan, kör göze parmak sokmadan, bağırmadan işçilerin günlük yaşamlarını, karşılaştıkları sorunları, umutlarını, direnişlerini, çaresizliklerini yazmaya gayret göstermeye çalışacağım. 

Klasikleşen bir sorum var onu size de sormak istiyorum. Elinizde sihirli bir değnek olsaydı dünya da ya da hayatınızda neyi değiştirmek isterdiniz?

İnsanın insanı sömürmesi ve doğa üzerindeki tahribatını değiştirmek isterdim.

(SERKAN SELİNGİL)

 

 

 







 
Son Eklenen Haberler