30 Haziran 2025, Pazartesi

‘Hem tanığıyız toplumun hem de bir parçası’

30 Haziran 2025, Pazartesi 06:02

     


Türk öykücülüğünde özgün ve etkileyici bir ses olarak öne çıkan yazar Mehmet Oral’la öykülerinin arka planı, yazım süreci ve edebiyata bakış açısı üzerine konuştuk. İyi okumalar.

Yazın yolculuğunuz nasıl başladı? Bu sorudan hareketle sizi tanıyabilir miyiz?

Yazma uğraşım lise yıllarında başladı diyebilirim. Şiirle başlayan süreç günlüğüme not düştüğüm birkaç cümleyle deneme ve öykülere dönüştü, beni kendine çekti. Kendimi ve ötekini anlamanın, tanımanın yolunu günlük tutma alışkanlığıma, okumalarıma, gözlemlerime, hislerime borçluyum. Çünkü biliyorum ki bir yazar inancını kendinden alır ve yazdıklarına söz verebilir böylelikle. Kısaca yazmak, benim için içinde yaşadığım toplumun ve özelde insanın iç dünyasına eğilmekti.

1983’te Suruç’ta doğdum. Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi Resim Öğretmenliği Bölümünden mezun oldum. 2004-2005 yıllarında Zu Sanat Dergisi’nin editörlüğünü yaptım. Çeşitli basın-yayın ve internet mecralarında şiir, deneme ve öykülerim yayımlandı. Bazı öykülerim kitap seçkilerinde yer aldı.

Kurmaca Çalar Saat ve Çerçevelenmeyen Kareler kitaplarınızda karakterlerin iç dünyalarına sıkça yer veriyorsunuz. Karakterlerinizi oluştururken gerçek hayattan mı besleniyorsunuz, yoksa tamamen hayal gücünüzün ürünü mü?

Her ikisi de. Gerçekleri kurguya katıp öyküleştiriyorum. Öykü karakterlerimin yaşadıklarını kendimden ve çevremdeki insanlardan hareketle çözümlesem de karakterler öykünün ruhunu taşıyorlar. Yani her kurguda farklı, yeni karakterlere dönüşüyorlar. Hayal gücü ya da yaratıcılık olmasaydı gerçek hayatın sıkıcılığıyla baş edemezdim herhalde.

Hafıza ve unutma, yazılarınızda sıkça rastlanan temalar. Sizce insan hatırlayarak mı, unutarak mı var olur?

Hatırlayarak geçmişe, unutarak ya da unutmaya çabalayarak geleceğe tutunmak istiyoruz. Var oluş, insanın süreçte belleğini geliştirmesiyle mümkün; yapıp ettikleriyle, farkındalıklarıyla. Tabii ki olanakları ölçüsünde. Kaygı ve korkular, ön yargılar bu gelişimin önündeki en büyük engellerden. “Pıhtılaşmayan Acı” adlı öykümde, bir diyalogda bu duruma değiniyorum: “Bir ölüyü gömercesine yeni yaşantılar yığıyoruz acılarımızın üstüne. Unutmayı bilmediğimiz için yaşanılanların ölmediğinden korkuyoruz…”

Yazarken okuyucuyu şaşırtmayı mı yoksa onlara tanıdık bir duygusal zemin sunmayı mı hedefliyorsunuz?

Sürpriz sonlu öykülerim de var, psikolojik tahlil sayılabilecek öykülerim de. Bence bir öykü dokunaklı olduğu ölçüde duygu aktarımında bulunabilir. Ayrıca okura tanıdık gelsin ya da gelmesin konusu dikkatimi çeken veya etki uyandıran, dili yalın, atmosferleri farklı, okuru içine çeken, ruh barındıran, özgün öyküler yazmayı hedef olarak sayabilirim. Şaşırtan öykülerim aslında beni de şaşırtmıştır. Çünkü bu öykülerin nasıl sonlanacağını öyküleri yazmadan önce bende tahmin etmemiştim. Süreç içerisinde son şeklini aldılar.

Sizce bir yazar toplumun tanığı mıdır, yoksa yalnızca kendi iç dünyasının sesi mi?

Hem tanığıyız toplumun hem de bir parçası. Orhan Pamuk, başkasının öyküsünü kendi öyküsü gibi, kendi öyküsünü de başkasının öyküsü gibi yazabilen iyi bir yazardır, der. Öykülerimde, başkasının acısını kendi acısı gibi yaşayan, yaşatan, kendi acısını da başkasının acısına tercüman olmak için kullanan bir yazar olduğumu düşünüyorum. Bu açıdan bakıldığında bir yazarın tanık olduklarını iç sesiyle kurgulayarak edebiyata dâhil ettiği söylenebilir. Örnek olarak, “Çerçevelenmeyen Kareler” öykümü ele alalım. Bu öykü genel olarak bakıldığında içinde göçü, memleket hasretini, gelenekleri, bağnazlık çerçevesinde tahriki, hatta sapkın söylemlerle okuru üzecek, belki kızdıracak karakter ve diyalogları da içerir. Kültür asimilasyonunun memleket insanını mutsuzlaştırdığını, kimliksizleştirdiğini vermeye çalıştım bu öyküde. Öykünün gerçek mağdurları, maalesef ki kız çocukları ve kadınlarımız. Öykü karakterim; çocuk gelin sorununu, erkek egemen toplumu ve baskılayıcı birçok unsuru olağan gören memleket insanına karşı şaşkın, aynı zamanda da içten içe tepkili. Şaşkınlık ve tepki çocukluğundaki değerlerin yok oluşuyla da ilgili. Kadın olmayı fedakârlık, hamaratlık olarak algılayan, kendi yaşadığını görememiş kadınların kadersizliği var bu öyküde. Sonuç olarak bir yazar her ne kadar tanık olduklarını kurgulasa da yazdıkları iç dünyasının sesiyle okura ulaşır.

Yazdığınız karakterlerden biri olarak bir gün yaşama şansınız olsa hangisini seçerdiniz?        

Öykülerimde ideal karakterler yer almıyor. Travmaları, takıntıları, yalnızlıkları, hastalıkları, acıları, umutları olan insanları yazdım. Yazarken kendimi onların yerine koydum. Öykü karakterlerim benden izler taşıdığı gibi çevremdeki insanlardan da izler taşır ya da tamamıyla hayal ürünüdür. Bazı öykülerimde hayatıma dair özel bölümler var. “Göğe Bakan Çocuk” ve “Noksanlı Yıllar” adlı öykülerim bu öykülerdendir. Genel olarak öykülerimde komik bölümler olsa da dram öne çıkar.

Bu söyleşiyi okuyanlar sizin kitaplarınızı eline aldığında ilk hangi öykünüzü okusun isterdiniz?

Kitaplarımdaki öykülere bu haksızlığı yapamam. İçime sinmeyen hiçbir öykümün kitaplarımda yer almadığını bilmenizi isterim. Her birinin konusu, karakterleri, mekânı, olay örgüsü birbirinden farklı. Dönüşlerden, okurların kendi hayatlarına dokunan öykülerden daha çok keyif aldıkları sonucunu çıkarsam da hangi öykümün kimde nasıl bir etki uyandıracağını, kime hitap edeceğini bilemeyeceğim için özellikle ilkin şu öyküm okunsun diyemem.

Yeni projeleriniz var mı?

Tamamlanmış ancak tarafımca onaylanmayı bekleyen öykülerimi irdeleme sürecindeyim. Öyküler arasında gidip geliyorum. Üçüncü kitap için acelem yok. Kitap fuarlarına ve söyleşilere katılmaya devam edeceğim.

Klasikleşen bir sorum var onu size de sormak istiyorum. Elinizde sihirli bir değnek olsaydı dünyada ya da hayatınızda neyi değiştirmek isterdiniz?

Kalemi sihirli bir değneğe benzetiyorum. Öykülerimde de nasıl bir dünya istemediğime dair değişmesini istediğim birçok şeye değindiğimi kitaplarımı okuyanlar bilirler. Değişimin bir anda gerçekleşmediğini, zaman aldığını biliyoruz. Sorunuza yanıt olarak içimden geçenler şöyle: Savaşların olmadığı, kadın ve çocukların istismara uğramadığı, öldürülmediği, doğanın ve hayvanların katledilmediği, haksızlığın, hukuksuzluğun, adaletsizliğin yaşanmadığı, barışın ve hoşgörünün hüküm sürdüğü, sınıfların ortadan kalktığı, eşit ve özgür bir dünyayı şimdikiyle değiştirmek isterdim.

(SERKAN SELİNGİL)

 







 
Son Eklenen Haberler