6 Aralık 2024, Cuma

Rıza Gökbayrak: ‘Müziğimle kendi hikayemi anlatıyorum’

29 Kasım 2024, Cuma 07:13

     


Anadolu Rock’ın genç ve enerjik sesi Rıza Gökbayrak ile müzik yaşantısını, dijital platformların müzik üzerindeki etkisini ve Türk müziğinde ortaya çıkan yeni trendleri konuştuk. İyi okumalar.

 

Müzik yolculuğunuz nasıl başladı? Müzikte kendi kimliğinizi nasıl tanımlıyorsunuz?

Çocukken radyo ve televizyonda çalan şarkılara ilgi duyardım. Duyduğum her şarkıyı kendi kendime mırıldanırdım. Sonrasında bu mırıldanmalarla yetinmeyip, marangoza gitara benzer bir ahşap kestirip, üzerine kırmızı kalemle tel ve gitar figürleri çizerek içimde ki müziğimi keşfetmeye başladım.

Bu sayede ilk adımı atmış oldum.

Barış Manço, Cem karaca, Ayna ve Tarkan gibi o dönemin popüler sanatçılarından etkilendiğim bir yolda ilerlemeye başladım. Müziğe olan ilgimi fark eden bağlama hocam sayesinde, 8 yaşında bağlama eğitimi almaya başlayıp zaman içerisinde de diğer enstrümanlarla tanıştım.

Müzikal yolculuğum da böylece başlamış oldu.

İleri derecede bağlama ve gitar çalıyor bunun yanı sıra sekiz farklı enstrümanı profesyonel olarak icra ediyorum. Bu sayede müzikal evrenlerde özgürce geziniyorum. Bu çeşitlilik beni tek bir tarzla sınırlamaktan alıkoyuyor. Bağlamayla, kopuzla binlerce yıllık türkülerde, gitarımla popüler melodilerde, mızıkamla Blues ve Country‘nin deneysel seslerinde, cümbüşümle Mezopotamya'nın mistik sularında dolaşıyorum. Müzikte kimliğimi Anadolu Rock ve Anadolu Türkülerinin modern bir yorumcusu olarak tanımlıyorum. Müziğimde geleneksel melodileri ve modern soundları bir araya getirerek, aslında kendi hikayemi anlatıyorum.

Sizin için müziğin anlamı nedir?

Müzik benim için sadece bir sanat formu değil, aynı zamanda bir yaşam biçimi ve ifade aracı. Çocukluk yıllarımdan beri duygularımı, düşüncelerimi ve hayallerimi müzik yoluyla şekillendirdim. Müziği; sınırları olmayan evrensel bir dil olarak görüyorum. Bir enstrümanın tınısı, bir melodinin dokusu veya bir şarkının sözleri, insan ruhunu tanımlamanın ve dünyayla bağ kurmanın en saf yollarından biri. Farklı enstrümanlar çalmam ve farklı türlere olan ilgim de müziğin bu çok boyutlu doğasına duyduğum hayranlıktan kaynaklanıyor. Müzik beni hayatta özgürleştiren ve yaratıcılığıma sınırsız alan açan bir yolculuk. Müzik benim için hem bir kimlik hem de bir misyon.

Farklı müzikal unsurları birleştirirken geleneksel motifleri nasıl koruyorsunuz?

 Geleneksel motifler, benim müziğimde temel bir yapı taşıdır. Onları modern unsurlarla birleştirirken, her zaman özlerine saygı duymaya özen gösteriyorum. Örneğin, Anadolu'nun ezgileriyle büyüdüm ve bu zengin melodik yapı, benim için ilham kaynağı olmaya devam ediyor. Bu motifleri korumak adına halk müziğimizin ruhunu ve mesajını asla bozmamaya çalışıyorum.

Modern müziğin araçlarını, geleneksel ezgilere dokunmadan onları tamamlayacak bir şekilde kullanmayı tercih ediyorum. Örneğin, perdesiz gitarla bir türkü çalarken, onun duygusal derinliğini elektronik öğelerle zenginleştirmek mümkün. Geleneksel sazlar, bağlama veya kopuz gibi enstrümanlar müziğimin özüdür. Bu köklere saygımı her zaman koruyorum.

Bence geçmişle geleceği birleştirmek, müzikte en güçlü anlatım biçimlerinden biri.

Müziğimde, modern teknolojiyi kullanırken aynı zamanda yerel hikayeleri ve kültürel dokuyu yaşatmaya çalışıyorum. Bu dengeyi bulmak, benim için hem bir sorumluluk hem de bir tutku.

Müzikseverler, farklı tarzların uyumlu bir şekilde bir araya gelmesine nasıl tepkiler veriyor?

Farklı tarzların uyumlu bir şekilde bir araya gelmesi, müziğin evrensel doğasını en yalın haliyle yansıtıyor. Dinleyicilerimden gelen tepkiler, bu birleşimin ne kadar güçlü bir bağ yaratabileceğini her defasında bana hatırlatıyor. İnsanlar, müziğin sadece bir ses değil, bir köprü olduğunu gördüklerinde, hissettiklerinde, ortaya çıkan duygusal rezonans gerçekten büyüleyici oluyor.

Müzik, zamanları ve kültürleri aşan bir dil. Bu yüzden, farklı tarzların uyumu, insanlara ait oldukları yerden çok daha geniş bir evrenin parçası olduklarını hissettiriyor. Dinleyicilerimden “İnanılmaz bir yolculuk yaşadım” ya da “Bu müzik beni başka bir yere taşıdı” gibi yorumlar aldığımda, onların sadece bir şarkı dinlemediğini, aynı zamanda bir deneyim yaşadığını anlıyorum. Bu durum beni oldukça mutlu ediyor. Bence bu, müziğin en ruhani gücü. Tarzların birleşimindeki uyum, Tıpkı doğadaki elementlerin dengesi gibi, insan ruhuna dokunan bir harmoni yaratıyor. Her birey bu harmoni de kendi hikayesini buluyor. Bu yüzden, dinleyicilerimin tepkileri sadece bir takdir ifadesi değil, müziğin kolektif bir enerji yarattığının kanıtı. Bu enerjiyi onlarla paylaşmak, müziği yapma amacımın en güzel ödülü.

Müziğinizi tanımlayan üç kelime seçseydiniz, bunlar ne olurdu? Bu sorudan hareketle sizi tanıyabilir miyiz?

Eğer müziğimi tanımlayan 3 kelime seçmem gerekseydi, bunlar estetik, sanat kalitesi ve cesaret olurdu.

Estetik, benim için müziğin önemli unsurlarından biri. Sadece kulağa hoş gelmesi değil, aynı zamanda duygulara ve insan ruhuna dokunabilmek için bir denge, bir anlam taşıması gerekiyor. Müzik insanın iç dünyasına bir aynadır ve bu aynanın yansıması estetikle şekillenir.

Sanat kalitesi her zaman önceliğimdir. Ürettiğim her eserin zamanın ötesine geçebilecek bir değere sahip olmasını isterim. Sadece popüler olmak için değil, gerçekten anlam ve derinlik taşıyan işler yapmaya çalışıyorum. Bu yüzden her notaya, her kelimeye, her duygu durumuna özen gösteriyorum.

Ve cesaret… Cesaret, benim müzik yolculuğumun özüdür. Farklı tarzları bir araya getirme cesareti, yeni şeyler deneme cesareti ve müzikle topluma bir şeyler söyleme cesareti. Müziğimle bazen riskler alıyorum ama bu riskler, beni ben yapan ve sanatı özgür kılan şeyler.

Farklı müzikal tarzları bir araya getirerek özgün bir yol izlemem ve yenilikçi bir yaklaşım benim için çok önemli. Müzik sadece bir ifade aracı değil, aynı zamanda kendimi keşfetme ve dünyayla olan bağımı oluşturma biçimim. Yaratıcılık ve yenilikçilik müziğimi şekillendirirken vazgeçilmez unsurlar.

Kendi müzikal kimliğimi oluştururken geleneksel öğeleri modern bir bakış açısıyla harmanlamak, bana çok şey kattı. Her zaman bir adım öteye gitmeyi ve kendimi müziğin her yönünde ifade etmeyi amaçladım. Bu cesaretle, müzik yolculuğunda ilerlerken sisteme karşı bazen engebeli yollara girsem de, her zaman özgünlüğümü korumaya çalışıyorum.

Müziğim, dinleyicilerimle kurduğum duygusal bağa dayanıyor. Müzikle dünyayı ve insanları anlamaya çalışırken, hislerimi ve deneyimlerimi dinleyenlerimle paylaşmak benim için çok değerli.

Bu, müziğimi dinleyen her bireyle kurduğum özel ve anlamlı bağlantıyı güçlendiriyor.

Tabi ki şöyle tanıtayım kendimi; esasen çokça yaşamaktan,  kısacık ömrüme çok şey sığdırmış olsam da;

Ben Rıza Gökbayrak 15 Haziran 1988 Haziran doğumlu bir yaz çocuğuyum. İkizler burcuyum. Burcumdan kaynaklı oldukça araştırmacı bir yapıya sahibim. Bu yaşamımı her anlamda özel hale getirirken bir o kadar da yorucu oluyor. Haliyle sanata bakış açım gibi bu konuda da bireysel yaşamım da sadece değer ve önem arz eden şeyleri araştırmaya değer buluyorum. Fazlaca okur, az yazar, doğayı, hayvanları tutkuyla severim. Sanatın her dalıyla yakından ilgili olmaya çalışıyorum. Edebiyat müzikten sonra ki ikinci evim gibidir. Âdeta ikinci sığınağım. Özellikle şairlerin yerleri bende ayrıdır.

Tabi onlarda kendi arasında Nazım Hikmet ve diğerleri diye ayrılır. Hepsi en az Nazım kadar değerlidir.

Ruhuma en yakın hissettiğim şairdir Mavi gözlü dev. Şahsımla ilgili, naçizane; dostlar arasında, film ve kitap gurmesi hakeza entelektüel olarak bilinirim. Nev-i şahsına münhasır derlermiş gıyabımda, arada duyumsar tebessüm ederim.  Ne yalan söyleyeyim, ben olsam üzerime başka sıfat düşünmezdim. Ayrıntıya, azınlığa tutkun, farklılığa ve farkındalığa meftunum. Bir yolum var yürüdüğüm, hissettiğim gibi yaşadığımdan, soluklanacak durağımın, varış noktamın belli olmadığı, yolu sevgiden geçen herkesle yolumun kesişeceği, insanca bir yol benimkisi. Hikâyenin sonunun güzel olduğundan emin olduğum bir yol. Anlatacak çok şeyim var. Fakat buraya sığdırmamız mümkün değil sanıyorum. Bir gün belki bir kitapta buluşuruz diyeyim. Derdim gizem yaratmak değil elbet ama “Gözlerim bin yaşında evliya türbeleri” der ya şair, herhalde durumumu özetler diye düşünüyorum. Ne anlatsam biraz eksik kalır. Özetle bir bireyim dünyaya geliş amacımın müzik olduğunun ayrımına varmış. Bu konuda kendini keşfetmiş biri olarak, kendimi şanslı hissediyorum. Misyonumu bilimle, sanatla, sevgiyle, aşkla, umutla, derya içre bir damla olarak devam ettiriyorum.

Mevlana’nın kendime atfettiğim bir sözüyle noktalayayım bu kısmı;

Çok uzaklardan geçen bir adam gibiyim ben

Çok uzaklardan geçen bir hayal gibi

Ama yok da sayılmam hani!

Var olan bir şeyim ben!

Dijital platformların müziğiniz üzerindeki etkisi hakkında ne düşünüyorsunuz? Eskiden plak veya kaset döneminde müzik yapıyor olsaydınız müziğiniz nasıl olurdu?

Dijital platformların müziğimize etkisi, hem olumlu hem de olumsuz yönlere sahip. Dijitalleşme sayesinde müziğe ulaşmak çok daha kolay hale geldi. Eskiden plak ya da kasetle sınırlı kalan bir kitleye hitap ederken, şimdi dünya çapında dinleyicilere ulaşabiliyoruz. Bu büyük bir fırsat, ama aynı zamanda bir karmaşa da yaratıyor. Herkesin müzik üretmesi ve dijital platformlar sayesinde kolayca paylaşabilmesi, Müzik piyasasının, bana göre bozulmasına sebep oldu. Eskiden plak ya da kaset döneminde müzik yapmak, gerçekten bir tutku işiydi. İnsanlar sınırlı imkanlarla müzik yapıyorlardı, ancak bu kaliteyi artırıyordu. Çünkü müzik yapan insanlar müziğe çok daha fazla emek veriyor, kendi sanatlarını ortaya koyarken gerçekten heyecan duyuyorlardı. Az sayıda kaliteli iş ortaya çıkıyor, ama bu işler, motivasyonu yüksek, kalıcı ve güçlü oluyordu.

Bugün dijital platformlar sayesinde müziğe daha hızlı ulaşılabilir olsa da, kalıcı işler yapmak giderek daha zorlaşıyor. Dijitalin getirdiği avantajlar büyük olsa da, maalesef pek çok sanatçı, kaliteli müzik üretmektense yalnızca hızla popüler olmaya çalışıyor. Bu da müziğin kalitesini düşürüyor. Anlayamadığım şey toplumda da karşılık görüyor. Çünkü toplum yıllardır ciddi bir kültür erozyonu yaşıyor.

Eskiden daha az sayıda insan müzik yapar, titizlikle çalışırlar ve bu sayede ortaya gerçekten güzel şeyler koyarlardı. O yüzden eski dönemdeki eserler, hala kalıcılığını koruyor. Yeni işler ise bir süre sonra kayboluyor, çünkü bu kadar fazla içerik arasında gerçekten değerli olanları ayırt etmek zorlaşıyor. Dijital platformları tebrik ediyorum. Sanatçılara büyük bir fırsat sundu, ama eski dönemin ruhunu yakalaması,  tutkulu, samimi ve emek isteyen yapısının yerini alması mümkün değil. 

Eskiden plak veya kaset döneminde müzik yapıyor olsaydım, müziğimin tınısı ve estetik değerler bakımından çok daha derin bir kaliteye sahip olmasını isterdim. O dönemde, müziğin bir sanat formu olarak kabul edilmesi ve topluma güçlü mesajlar iletmesi önemliydi. Toplumda karşılık görmesi açıcından da zaruriydi. Müziğimi yaparken herhalde bende, bugün de olduğu gibi; her notaya, her sözün anlamına özen gösterirdim. Hedefim, sadece dinleyiciyi eğlendirmek değil, aynı zamanda onları düşündürmek ve duygusal bir bağ kurmak olurdu. Tamamen o dönemin müzik yapım sürecinin titizliği ve sanatın özüne verdiği değerle, müziğimde yine bir estetik arayışı içinde olurdum. Bu, bugün de olduğu gibi hem toplumsal bir sorumluluk olurdu benim için, hem de müzikle dünyaya anlam katmaya çalışırdım. Müziğimdeki her detay, hem içsel bir yolculuğa hem de toplumsal bir farkındalığa yönelik bir davet olurdu.

Peki... Dijital çağın getirdiği hızlı üretim ve tüketim kültürü, müziğinizin kalıcılığı konusunda sizi endişelendiriyor mu?

Dijital çağın getirdiği hızlı üretimle tüketim kültürü, müziğin kalıcılığı konusunda beni gerçekten endişelendiriyor. Artık şarkıların sadece birkaç dakika sürmesi gerektiği, hatta bazı platformlarda iki dakikayı geçmemesi gerektiği bir döneme girdik. Bu müziğin sadece hızla tüketilmesi gereken bir ürün haline gelmesine neden oluyor. Haliyle sözüm ona; müzik adı altında binlerce, on binlerce içi boş, topluma duygusal veya nitelikli bir mesaj verme güdüsü taşımayan, hatta bazı şarkı sözlerinin, kendi içinde anlam karmaşası yaşadığı, çeliştiği, yer yer argo bir üslubun hakim olduğu tuhaf şeyler üretiliyor.  Geçenlerde bir arkadaşım ile şunu konuştuk “Gün gelecek, müzikler bir dakikada mı yapılacak, 30 saniyelik şarkılar mı olacak? “  Adeta “Freni boşalmış bir kamyonet” gibi sanat konusunda uçuruma doğru giden bu tüketim toplumunun içinde, gerçek müzik üreticilerinin derinlikli ve kalıcı eserler yaratması zorlaşıyor.  Hem kendi müziğimle hem de genel olarak müzik dünyasının geleceğiyle ilgili kaygılarım var, çünkü müzik, ne kadar hızlı tüketilirse, o kadar hızla unutuluyor. Bu, sadece şarkıların değil, sanatın değerini sorgulatan bir gelişme.

Tabi ki müziğimde toplumsal mesaj verme kaygısı taşıyorum. Çünkü sanat istenildiğinde çok güçlü bir silah olabiliyor. Ben o silahı duygularımı analizlerimi ifade etmek için kullanıyorum. Sanatın her dalı bu anlamda iyi bir enstrüman. Öte yandan “Sanatçı” kelimesinin açılımı tüm dünya literatürlerinde, muhalif olması ve toplumsal kaygı taşıması zâruri bireyler olarak geçer. Sanatçılar tüm dünyada; toplumun nabzını tutan, çağın bütün adaletsizliklerine, cinayetlerine, acılarına, sevinçlerine tanıklık eden insanlardır. Sanatçı aynı zaman da aydın olmak zorunda da olduğundan; sadece kendi iç dünyasını dışa vurmakla kalmayıp, aynı zamanda toplumu bilinçlendirmeyi, topluma eserleriyle doğruyu göstermeyi görev edinmelidir. Her sanatçı omurgalı duruşuyla bu sorumluluğu taşımalıdır.  Hatta bazen kendi siyasi görüşünden bağımsız olarak haksızlık ve adaletsizlik karşısında kendi siyasi kanadına dâhi muhalif olmalıdır. Bu bağlamda, bende kendimi topluma karşı bu sorumlulukta hissediyor, üzerime düşeni yapıyorum. Müziğimde, sadece duygularımı değil, toplumsal meseleleri de yansıtarak, insanları düşündürmeye sevk ediyor bu sayede onlara, sanatımla, kendimce ışık tutmaya çalışıyorum.

Türk müziğinde ortaya çıkan yeni trendleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türk müziğinde son dönemdeki yeni trendleri değerlendirirken, aslında sanatı ve müziği gerçek anlamda neyin oluşturduğuna bakmak gerekiyor. Birçok yeni çıkan sanatçı, popüler kültürün etkisiyle müziği sadece eğlencelik ve geçici bir ürün haline getirmiş durumda. Maalesef, çoğu zaman sanat adına yapılanlar, sadece tüketilmeye yönelik bir eğilim halini alıyor. Sanat, insanı düşündüren, derinleştiren, duygusal ve kültürel bir bağ kuran bir ifade biçimidir. Ancak bugün gelinen noktada, bazı popüler akımlar aslında bu derinlikten uzaklaşmış ve müzikle değil, daha çok pazarlama stratejileriyle şekilleniyor, servis ediliyor. Bu yeni trendlerin arkasında, büyük bir sektör gücü ve güçlü medya desteği var.

Bazı sanatçılar, özgünlükten uzaklaşıp, daha ticari bir yol izleyerek kendilerine yer bulabiliyor.  Bu da, gerçek sanatın ve özgün üretimin ön plana çıkmasını engelliyor. Çünkü sektörde bazen yalnızca belirli akımlar ve eğilimler öne çıkıyor, bu da halkı belirli bir müzik türüne yönlendiriyor ve gerçek sanattan uzaklaştırıyor.  Benim kişisel görüşüm, bu hızla değişen ve birbiri ardına gelen trendlerin toplumda, kültürel derinlikten yoksun bir yöne doğru, kayma etkisi yaratması. Bu, toplumu sadece müzikle değil, genel anlamda estetik değerlerden uzaklaştırıyor. Gerçek sanatın ve özgünlüğün daha az görünür olması, sektördeki yapısal güçlerin değişen trendlere müdahalesiyle de ilintili. Bu durum, uzun vadede müzik ve sanat dünyasında özgünlüğün yok olmasına neden olabilir. Bana göre bu da, gerçek müziği, somut anlamda tamamen yok eder.

Dinleyicilerinizden gelen eleştirilere karşı yaklaşımınız nasıl? Bu eleştiriler müziğinizde değişiklik yapmanıza neden oluyor mu?

Dinleyicilerden gelen eleştiriler benim için genellikle bir yönlendirici değil, bir değerlendirme aracı olarak önem taşıyor. Yalnızca bir türde müzik yapmak beni tatmin etmiyor, çünkü ben sürekli arayış içinde olan bir müzisyenim, sadece “Rock” yaptığımda ya da “Türkü” çaldığımda tatmin olmuyor; müzikal doyuma ulaşamıyorum.

Bu nedenle, müziğimi çeşitlendirmek, farklı tarzlarda eserler ortaya koymak benim için bir gereklilik. Müzikal yolculuğunda da her zaman özgürlük arayışında oldum ve bu özgünlüğü bir türlü sınırlamayı hiç düşünmedim.  Örneğin, Rock sevenler, zaman zaman Türkü 'ye yöneldiğimi görüp serzenişte bulunabiliyor. Benzer şekilde Türkü severler de Rock tınılarıyla karşılaştıklarında aynı şekilde eleştiri yapabiliyorlar. Aslında bu onların alıştıkları türün dışına çıkmamıza dair bir şaşkınlık.

Ülkemizde genelde bir sanatçı ya belirli bir türde sıkı sıkıya bağlı kalıyor, ya da bir enstrümana tutunuyor. Ben ise sadece bir tarzda veya bir enstrümana bağlı kalmak istemiyorum. Kendi yolumu bulmaya, farklı müzik türlerini bir arada harmanlayarak hem kendimi geliştirmeye, hem de dinleyiciyi şaşırtmaya devam ediyorum. Dinleyiciler farklı türleri bir kişide ve bir arada görünce şaşırıyorlar.  

Oysa bu farklılık ve özgünlük, benim müziğim de en büyük motive kaynağım olup, müziğimi ve sesimi güçlü bir şekilde, ruhumu tatmin ederek ifade etmeme neden oluyor. Hayatımın her alanında farklı olmayı yaşam düsturu edindiğimden, bu farklılıklar sadece müziğim için değil,  yaşamım için de

ilham kaynağım oluyor diyebilirim.

Müzik benim için bir arayış, bir yolculuk ve bu yolculukta sadece bir türde, sığ sulara terk edilmiş bir tekne misali takılı kalmak istemiyorum. Özgün bir sanat anlayışı ve kaliteli bir müzik yapmak, her zaman önceliğim olacak.

Röportajlarımın klasik sorusudur. Size de sormak istiyorum. Elinizde sihirli bir değnek olsaydı ne yapmak isterdiniz?

Elimde sihirli bir değnek olsaydı, dünyadaki adaletsizliği ortadan kaldırmak isterdim. Bizim için;  sınırların, hudutların, dinlerin, dillerin, ırkların, mezheplerin, sınıfsal ayrımların olmadığı bir dünya düşlerdim. İnsanların sadece insan oldukları için değerli olduğu, hep birlikte huzur içinde yaşadığımız bir gezegen düşünsenize..  Barış, hoşgörü ve anlayışla birbirimize dokunarak, yeni nesillere temiz bir gezegen bırakmak, doğayı kirletmeden, su kaynaklarımızı tüketmeden, zenginliklerimizi hoyratça kullanmadan var olabileceğimiz bir dünya… Tıpkı Aram Tigran’ın dediği gibi;

“ Dünyaya bir daha gelirsem, ne kadar tank, tüfek ve silah varsa hepsini eritip saz, cümbüş ve zurna yapacağım.” Derken barışa verdiği önem gibi;  Ben de tüm silahları, nefreti, düşmanlıkları, mutsuzlukları, ayrımları ortadan kaldırıp yerine sadece sevgi ve bölüşmeyi koymak isterdim. 

Bu sadece bir hayal değil; aslında her birimizin buna katkı sağlama gücü var.

Çünkü dünya değişecekse önce bireyler değişmeli. Kendini geliştiren her insan, çevresine pozitif bir etki yapar. Kendi sorumluluğumuzu üstlenip, kendimizi daha iyi bir insan yaparak bu dünyayı güzelleştire biliriz. Hep birlikte daha üretken, daha adil, barışçıl bir dünya yaratmak, ancak her birimizin üzerine düşeni yapmasıyla mümkün.

Dünyayı değiştirmek için sihirli bir değneği ihtiyacımız yok,

Biz insanlık olarak kendi sihrimizi yaratacak güce sahibiz.

(SERKAN SELİNGİL) 

 







 
Son Eklenen Haberler