12 Mayıs 2025, Pazartesi

Dünya sahnesinden Ravel’in melodilerine

12 Mayıs 2025, Pazartesi 06:20

     


Klasik müzik alanında uluslararası başarılarıyla ve Dünya çapında verdiği konserlerle tanınan İzmirli piyanist Emre Yavuz, ikinci solo albümü “Maurice Ravel: Très Franc”u klasik müzikseverlerle buluşturdu. Klasik müzik dünyasında adından başarıyla söz ettiren Yavuz ile Ravel’in eserlerindeki duygusal zenginliği ve kendi sanatsal evrimini konuştuk. İyi okumalar.

Yeni solo albümünüz Maurice Ravel: Très Franc  klasik müzikseverlerle buluştu. Ravelin müziğine olan ilginiz nasıl başladı ve bu albüm fikri nasıl ortaya çıktı?

İster inanın, ister inanmayın, bu albümü yapmaya İzmir’de bir deniz fenerinden Ege Denizi üzerinde gün batımını izlerken karar verdim. Ruhen ve bedenen çok yorgun ve yıpranmış olduğum bir zamandı, çocukluğumdan beri “başka” ve “sihirli” gördüğüm Ravel’in müziğinin bana ne kadar iyi geldiğini gördükçe iyice içine çekildim.  Aslında korkuyla karışık bir saygı duyuyordum Ravel’in piyano müziğine ve bir Ravel Piyanisti olmanın benim hiç ulaşamayacağım bir yer olduğunu düşünüyordum. Sanırım daha da cezbedici oldu bu da. 

Ravelin armonik yapısı ve incelikli tarzı, sizin yorumunuzla nasıl bir dönüşüm geçiriyor? Kendi müzikal imzanızı bu eserlere nasıl yansıttınız?

Benim aşırı detaycılığım ve kalıpsız düşünme tutkum bence bu müziğe tam uyuyor. Yani bu müziğe bir dönüşüm geçirttiğimi düşünmüyorum, benim yapmaya çalıştığım şey onun içine dalmak ve kendi bestemi çalıyormuşum gibi bir içtenlik ve ifadeyle çalmak. İnsanın kendi müzikal imzasının adını koyup tanımlaması için bence benim yaşım erken halen; bu belli karakteristikler olmadığından değil, elbette vardır ama bunları tanımlayacak olan bence şimdilik ben olmamalıyım, ben bunları düşünürsem planlı olarak yapmaya başlar ve kendi karikatürüme dönüşürüm. Benim bir üzerine eğildiğim bestecilerle uğraşma tarzım var ve bence en önemli imza da bu kişisel yakınlık. “Maurice Ravel: Très Franc”, bir açıdan ilk albümüm Rachmaninoff ile aynı kişinin elinden çıkmış olması belki de abes bulunabilecek kadar ondan farklı, bir diğer yandan da bahsettiğim yakınlık açısından çok benzer. 

2025, Ravel Yılı olarak kutlanacak ve albümünüz bu özel döneme denk geliyor. Albümün böyle bir zamanlamaya denk gelmesi planlı bir zamanlama mı? Bu durum hakkında ne söylemek istersiniz?

Aslında bu albüm fikir olarak oluştuğunda 2025’in Ravel Yılı olacağının farkında bile değildim, ki bu dediğim Rachmaninoff albümünü kaydetmemden de önceye yani 2019’a denk geliyor. Daha önce de bahsettiğim bestecilerle kurduğum duygusal yakınlık benim için o kadar hayati bir faktör ki, herhangi bir besteci yılı geliyor diye o besteciye yoğunlaşmam mümkün de değil. Güzel bir tesadüf, hepsi bu.

Albümde Nursel Arslan tarafından tasarlanan ve Ravelin Alborada del Gracioso eserine gönderme yapan özel bir baston dikkat çekiyor. Bu fikrin ortaya çıkış hikayesi nedir ve bu baston albümün sanatsal anlatısına nasıl katkıda bulunuyor?

Alborada del Gracioso parçası, Ravel’in Bask annesinden dolayı ispanyol kültürüne duyduğu yakınlığın bir ürünü. Bu parçanın konusu olan Gracioso, ispanyol halk tiyatrosu kültüründeki bir saray soytarısı figürü ve geleneksel tasvirine göre elinde, ucunda kendi kafasının olduğu bir baston taşıyor. Bu parça da, beş parçadan oluşan Miroirs süitinin dördüncü parçası. Bu süitin, Shakespeare’in Julius Caesar’ında geçen “göz kendini göremez, ancak başka şeylerdeki yansımasını görebilir” dizelerinden esinlenildiğini söyler Ravel. Diğer parçaların başlıkları “Gece Kelebekleri”, “Üzgün Kuşlar”, “Okyanusta Bir Kayık” ve “Çanlar Vadisi” olan bu süitte, kederli, nihilist, alaycı, bir o kadar da bilge Gracioso karakterine, kendisi de anarşist ruhlu biri olan Ravel’in bir otoportre olarak yer verdiğini düşünüyorum. Bu da bu kadar içtenlikle kendimi verdiğim bir albüm için çok isabetli bir birleştirici imgeydi. Ben de Gracioso’da kendi yansımamı görüyorum.

Sanatsal kimliğinizi oluşturan en önemli müzikal veya kişisel dönüm noktaları nelerdi? Bu sorudan hareketle sizi tanıyabilir miyiz?

Sanırım bu kişinin kendisinin tam cevap verebileceği bir soru değil. Dereler ırmakları, ırmaklar denizleri besliyor ve sonuçta o yolların geçtiği her yerden bir şeyler almış suların ve yağmurların toplamı o deniz oluyor. Bir müzisyenin büyüme sürecinde çalıştığı hocalar en önemli belirleyicilerden biri tabi ki, birbirinden alabildiğine farklı isimlerle çalışıp çok farklı şeyler aldığım için çok şanslı görüyorum kendimi. Ama bunlara paralel olarak da hep bir dik başlı ben vardım, bunu çalıştığım hocaların her biri doğrulayacaktır. Bu ben üzüldü, sevindi, yaralandı, öldü, dirildi, kendiyle çelişti, değişti, bazı şeylerin peşinden koşup bazılarını üstünden attı. Şimdi geriye baktığımda 2020’de başlayan pandemi süresince ve nedeniyle yaşadığım sosyal ve mesleki kırılmalar ile, son iki yılda Filistin’de yaşananların ve kişilerin/toplumların buna karşı tutumunun şu an “ben” dediğimde anladığım şeyi oluşturduğunu net bir şekilde söyleyebilirim. İçinde yaşadığım toplumlara hiç bu kadar yabancılaşmamıştım ve bu çok temel bir belirleyici haline geldi artık.

Türkiyede klasik müziğin gelişimini nasıl değerlendiriyorsunuz? Klasik müziği yeni nesillere sevdirmek için bir sanatçı olarak neler yapıyorsunuz?

Bazıları bunu eski kafalılık olarak görebilir ama ben öyle düşünmüyorum: bence bir şeyi ulaştırmanın ve sevmenin tek gerçek ve etkili yolu her şeye rağmen halen o şeyi iyi yapmak. Yaptığınız işin, çaldığınız müziğin ne kadar güzel ne kadar zengin olduğunu gösterebilmekten, bunun sizi ne kadar mutlu ettiğinin görülmesinden daha güçlü ve doğrudan hedefe yönelik bir sevdirme yöntemi olabilir mi? Yeni nesil dediğiniz sulanmayı bekleyen, iradesiz varlıklar değil ki hem, ilgisini çeken şeye şu veya bu araçla ulaşmanın, onu keşfetmenin hiç olmadığı kadar mümkün olduğu bir çağdayız artık. Benim de edebiyatı sevmem için birinin sevdirmesi gerekmemişti mesela, sevebileceğim eserler var olduğu için ben keşfedebilmiş ve sevmiştim. Klasik müzik de göz korkutucu imajına rağmen, artık böyle. Ben sevilebilecek şeyler yapmaya bütün yaşam enerjimi veriyorum. Türkiye’de de klasik müzik her şeye, bütün alanlara etki etmiş çürümeye rağmen, nasıl oluyorsa yine de büyük resimde iyiye gidiyor. Her gün uluslararası başarı yakalayan gençler artıyor, hem de Türkiye’nin her açıdan geriye gidişine rağmen.

Müzikal anlamda sınırları zorlamayı seviyor musunuz, yoksa geleneksel yaklaşıma daha mı yakınsınız?

Her şey “nasıl” olduğunda biter benim görüşüme göre. Zaten kendi kişisel hayatımda hiçbir geleneğe “öyle olagelmiş” diye saygı duymayan ve bu düşünce tarzından kendimi korumak için hep gözünü açık tutan biriyim, hatta örf-adet gibi konvansiyonlara temel ve içgüdüsel yaklaşımım antipatidir. Bence sonuç güzelse, bana keyif veriyorsa, zevk sahibi ve özenli yapılmışsa, arkasında samimiyetimle durabiliyorsam, gözden çıkarıp, bir kenara atıp unutmaktan çekineceğim bir gelenek yok. Sadece yeni ve değişik olsun, gelenek yıksın diye zevksiz, sahte ve özensiz bir şeye de sempati duyamam. Her şey, ama her şey mümkün. Bütün olasılıklar açık.

Harika Çocuk Yasası’ndan yararlanarak konservatuar eğitimine başlayan biri olarak size şunu sormak istiyorum; Genç yeteneklerin keşfedilmesi ve desteklenmesi konusunda neler yapılmalı?

Genç yetenekler şimdiki durumumuzda tamamen kişisel çabalara, ailelerin kendi maddi ve sosyal imkanlarına, ya da özel sektörün insafına kalmış durumda ve bu tabi ki korkunç bir şey. Genç yeteneklerin desteklendiğini görmek isteyen ilgili ama alan dışı insanlar inanılmaz kolay manipüle edilebiliyor bu imkanlar her kimin elindeyse onlar tarafından. Harika çocuklar yasası aslında bunun alternatifiydi, ölçeği yetersizdi ama yine de doğru bir temeldi. Genç müzisyenlerin desteklenmesi dediğimiz zaman aslında bizim için çok, başka nelere ne kaynaklar akıtıldığını düşünürseniz devede kulak miktarlardan bahsediyoruz, bu çok acı. Bunu yapmak isteyecek siyasi irade dışında çok da bir şeye gerek yok. Bunu odadaki fil kabul etmek lazım, biz bunun etrafından dolanacak fikirler bulmaya çalışıyoruz aslında.

Röportajlarımda klasikleşen bir sorum var. Size de sormak istiyorum: Elinizde sihirli bir değnek olsaydı dünyada ya da hayatınızda neyi değiştirmek isterdiniz?

Buna esprili veya yaratıcı bir cevap vermek isterdim ama çok samimi olmam gerekirse bütün çocukların hayatının aynı değeri görmesinin önüne geçebilecek bir dilek aklıma gelmiyor.

(SERKAN SELİNGİL)

 

 

 







 
Son Eklenen Haberler