21 Temmuz 2025, Pazartesi

İzmir’den Dünya sahnelerine

21 Temmuz 2025, Pazartesi 06:28

     


İzmir’de yaşayan genç yetenek, müziğiyle sınırları aşmaya hazırlanıyor. Papatya Biter ile Klasik müziği, müziğin dijital dünyadaki yolculuğundan sahne deneyimlerine, hayallerinden ilham kaynaklarına kadar uzanan bir söyleşi gerçekleştirdik. İyi okumalar.

Müziğe ilgin nasıl başladı? Piyano senin için ne zaman bir tutkuya dönüştü?

Öğrenmeye olan merakım çok küçük yaşlarda başladı. Henüz 3–4 yaşlarındayken kendi kendime okuyup yazabiliyordum. Sayılar, semboller, alfabe… Hepsi benim için keşfedilecek birer oyun gibiydi. Daha ilkokula başlamadan önce, yani beş yaşımda İngilizce ve Türkçe okuyup yazabiliyor, zihinden işlem yapabiliyordum. Ailem bu merakımı fark edip her zaman destek oldu. Onların yönlendirmesiyle 4 yaşımda piyano eğitimine başladım ve böylece beni sürekli besleyecek, hiç bitmeyen bir öğrenme yolculuğuna adım atmış oldum.

Klasik müzik ve piyano benim için sadece bir yetenek alanı değil; her gün yeni bir şey öğrenebildiğim, sonsuz bir keşif alanı. Bu yolculukta hem kendimi hem de sınırlarımı daha iyi tanımaya başladım. Sabırla çalışmak, gelişmek ve her gün biraz daha derinleşmek bana iyi geliyor.

İlk kez sahneye 4 yaşında çıktım. O resitalde seyirciler, alkışlar, sahnenin büyüsü ve o devasa piyanonun sesi… Hepsi zihnime kazındı. İşte o an, piyano benim için bir uğraş değil, bir tutkuya dönüştü.Piyano, benim için sadece bir enstrüman değil,düşüncelerimi,duygularımı,hatta hayallerimi somutlaştırdığım bir dünya oldu.

9 yaşımda girdiğim yetenek sınavıyla konservatuvarın piyano bölümünü kazandım. Doğup büyüdüğüm Bodrum’dan İzmir’e taşındım. O günden beri 88 tuşun peşinden tutkuyla yürümeye devam ediyorum.

Söyleşimiz ilerlemeden sormak istiyorum. Seni tanımayanlar için Papatya Biter’i üç kelimeyle tanımlasan, ne derdin?

Kendimi şu üç kelime ile tanımlayabilirim;

Çok yönlü,üretken ve azimli.

Çok yönlüyüm,çünkü kendimi tek bir alana sıkıştırmıyorum. Piyanist ve besteci kimliğimin yanında, kendi müziğime video editler yapıyor, söz yazıyor, bazen de hissettiğim bir duyguyu tuvale aktararak resmediyorum. Müziği sadece bir ses deneyimi olarak değil; görsel, düşünsel ve duygusal bir bütün olarak görüyorum. Anlatmanın farklı yollarını aramak, her mecrada içimden geleni samimiyetle yansıtmak bana çok şey katıyor. Müzik benim için sadece çalınan bir şey değil; yaşanan, dönüştürülen, ifade edilen bir alan. Farklı disiplinleri bir araya getirebilmek bana heyecan veriyor ve bu çeşitlilik kendimi daha özgür hissettiriyor.

Azimliyim, çünkü bu yolda sadece yetenek değil, kararlılık da çok önemli. Dışarıdan bakıldığında her şey kolay ve pürüzsüz görünebilir ama sahneye çıkmadan önce geçen o uzun hazırlık süreci, beklenmedik aksilikler ve ertelenen hayaller bu işin gerçek parçası. Özellikle pandemi döneminde yaşadığımız duraksamalar bana sabretmeyi ve yeniden başlamayı öğretti. Kolay pes eden biri olmadım hiçbir zaman. Benim için azim, her şeye rağmen devam edebilmek değil; her şeye rağmen yeniden inanabilmek,aynı tutkuyla ayakta kalabilmek demek.

Üretkenim, çünkü içimde sürekli anlatmak isteyen bir taraf var. Duygularımı ve düşüncelerimi içimde tutmak yerine onları bir forma dönüştürmeyi tercih ediyorum. Bu bazen bir piyano ezgisiyle, bazen bir çizimle, bazen de bir cümleyle oluyor. Üretmek benim için sadece ortaya bir şey koymak değil; kendimi anlamak, anlamlandırmak ve dünyayla paylaşmak anlamına geliyor. Yaşadıklarımı, gözlemlerimi ve ait olduğum kültürü işlerimin içine doğal olarak katıyorum — çünkü başka türlüsü mümkün değil gibi geliyor.

Türkiye’de klasik müzik ya da çağdaş piyano müziğine ilgi sizce yeterli mi? Klasik müziğin genç nesiller arasında popülerliğini artırmak için neler yapılabilir?

Ne yazık ki Türkiye’de klasik müzik ve çağdaş piyano müziğine ilgi hâlâ istenilen seviyede değil. Ama gençlerin potansiyeli ve müziğe olan ilgisi gerçekten umut verici. Son yıllarda artan konserler, yarışmalar ve festivaller bu ilginin biraz daha arttığını gösteriyor. Özellikle Fazıl Say, Gülsin Onay, Cihat Aşkın gibi değerli sanatçılar sayesinde klasik müziğin farklı yaş gruplarına ulaşması kolaylaştı. Genç müzisyenlerin uluslararası başarıları da klasik müziğe ilginin artmasına neden oluyor.

Bence asıl mesele, klasik müziğin sadece “izlenip geçilen” bir sanat değil, içine girildiğinde çok şey hissettiren, düşündüren ve dönüştüren bir alan olduğunu gösterebilmek. Klasik müziği daha ulaşılabilir kılmak, onu sadece konser salonlarına değil dijital platformlara da taşıyabilmek çok önemli. Eğitim sistemine daha erken yaşta entegre edilmesi ve yaratıcı, interaktif yöntemlerle sunulması da ilgiyi artırabilir.

New York’taki Carnegie Hall gibi prestijli bir sahnede sahne alma fırsatını nasıl elde ettiniz? Bu sizin için nasıl bir deneyimdi?

Rusya Federasyonunun düzenlediği, XVII.Internatıonal Competition of Classical Music “Viva-Music” Piyano Solo kendi yaş kategorimde elde ettiğim derece neticesinde New York Carnegie Hall’da sahne alma fırsatını elde ettim. Maalesef pandemi koşulları nedeniyle iki sene ertelendi,sonrasında da bu fırsat askıda kaldı. Hayat bazen planları erteliyor ama müzik tutkusu hep devam ediyor.Eylül ayında, “Bir adım var “adlı senfonik orkestra eserimle kazandığım üçüncülük ödülümü almak ve eserimin seslendirilişini dinlemek üzere New York‘ta olacağım.

Dijitalleşen dünyada klasik müziğin ve piyano bestelerinin yeri nerede sizce?

Dijitalleşme, klasik müzik için hem bir meydan okuma hem de büyük bir fırsat. Artık konser salonuna gidemeyen biri, dünyanın öbür ucundaki bir performansa ulaşabiliyor.Klasik müzik dijitalleşmeyle “sessizleşmedi”, aksine daha çok konuşmaya başladı.

Eskiden sadece konser salonlarında ulaşılabilen eserler, şimdi dünyanın dört bir yanından dinlenebiliyor. Bu erişim kolaylığı hem dinleyici hem de üreten müzisyen açısından büyük bir fırsat. Ben de kendi bestelerimi dijital platformlar sayesinde daha fazla kişiye ulaştırabiliyorum.

Klasik müziğin dijital dünyada da var olabileceğini ve hatta orada yeni anlatım yolları bulabileceğini düşünüyorum. Sesle başlayan bir yolculuk, artık görüntü, kurgu ve anlatıyla da birleşebiliyor. Yani klasik müzik, dijitalleşmeyle birlikte daha da görünür, daha da güçlü hâle geliyor.

Genç yaşta başarı kazanmak nasıl bir sorumluluk yüklüyor size? Yine soruyla ilintili olarak şunu da sormalıyım: Müzikal ilham kaynakların kimler? Hem yerli hem yabancı isimlerden kimleri örnek alırsın?

Genç yaşta başarı, insanın hem kendisine hem de çevresine karşı daha dikkatli olmasını sağlıyor. Bir yandan üretmeye devam etme sorumluluğu hissediyorsunuz, diğer yandan kendi gelişiminizi de ihmal etmemeniz  gerekiyor. Fazıl Say, hem besteci hem yorumcu olarak sınır tanımayan bir özgünlüğe sahip. Kendi kültüründen beslenerek evrensel bir dil kurabilmesi, benim de müzikal yolculuğumda örnek aldığım bir yaklaşım. Müziğin sadece notalardan değil ,yaşanmışlıklardan beslendiğini bana en çok hissettiren sanatçılardan biri.

Nina Simone ise sadece müzikal derinliğiyle değil, duruşuyla da etkileyici. Onun müziği, toplumsal adaletle iç içeydi; güçlüydü, cesurdu, samimiydi. Her iki sanatçı da bana ,müziğin sadece güzel tınılar değil, bir tavır, bir ifade biçimi olduğunu hatırlatıyor. Müzikteki estetik kadar içeriğin de güçlü olması gerektiğine inanıyorum.

Yakın zamanda hayata geçirmek istediğiniz projeleriniz neler? Soruyla bağlantılı olarak şunu da sorayım: On yıl sonra kendinizi müzikal anlamda nerede görüyorsunuz? Hayalinizdeki büyük hedef nedir?

Yakın zamanda kendi bestelediğim eserlerden oluşan bir nota kitabı yayımlamak ve bu eserleri sahneye taşıyan bir multimedya konser serisi gerçekleştirmek istiyorum. Piyano eğitimime yurtdışında devam ediyorum ,burada  katılmak istediğim yarışma ve festivaller var. Henüz paylaşmadığım yeni bestelerim var ve bunlarla ilgili projelerim var.

10 yıl sonra ise hem sahnede aktif bir piyanist hem de genç müzisyenlere ilham veren bir besteci ve eğitmen olarak yol almak istiyorum. En büyük hayalim, müziğimin sadece kulağa değil, insanlara ve yaşadığımız dünyaya da dokunabilmesi. Toplumsal farkındalık yaratmak, bir şeyleri sorgulatmak, hatta ilham verip bir adım attırmak… Sanat, benim için sadece izlenmek ya da dinlenmek değil; aynı zamanda hissettirmek ve dönüştürmektir.

Klasikleşen bir sorum var onu size de sormak istiyorum. Elinizde sihirli bir değnek olsaydı dünyada ya da hayatınızda neyi değiştirmek isterdiniz?

Eğer ,sihirli bir değneğim olsaydı, insanların içindeki nefret, kin, açgözlülük gibi kötü duyguları yok ederdim.Böylece, savaşlar ,şiddet suçları,çevre kirliliği, sınıfsal eşitsizlikler,kadın ve çocuğa şiddet gibi sorunlar kendiliğinden düzelirdi diye düşünüyorum.

(SERKAN SELİNGİL)







 
Son Eklenen Haberler