Banu İmer: ‘Toplumsal Sınırlara Karşı Kendi Hikâyeni Yaz’
26 Mayıs 2025, Pazartesi 06:39Tweet |
‘’Tek Kişilik Aşk” ve “İki Çarpık Bacak” kitaplarında aşkın, yalnızlığın ve kırılganlığın izini süren yazar Banu İmer’le, yazma yolculuğunu, karakterlerini ve hayata bakışını konuştuk. İyi okumalar.
Söyleşimize eserlerinizden başlayalım: “İki Çarpık Bacak”ta bireyin toplumsal beklentilere karşı kendi yolunu çizme çabasını güçlü bir şekilde işliyorsunuz. Bu temayı seçmenizin kişisel ya da toplumsal bir ilham kaynağı var mı?
Tabii ki var. Bizim toplumumuzda ilişkilerde en önemli sorunlardan biri sınır belirleme. İnsanlar, ya kendi sınırlarını belirleyemiyor ya da başkalarının sınırlarına saygı duymuyor. Sınırlar belirlenmediği için herkes, herkesin yaşamına, kararlarına, arzularına kolayca karışabileceğini düşünüyor. Bu, ailede başlıyor. Ebeveynler, “Senin iyiliğin için…” diye başlayan cümlelerle küçük yaştan itibaren çocukları üzerinde müthiş etkili bir baskı kuruyor. Bunu da toplumun beklentileri doğrultusunda oluşturuyor. Bu baskı, kişiyi kendi seçimlerini yaşamaktan, bununla ilgili sorumluluğu üzerine almaktan alıkoyuyor. Ben, sınırlarını başkalarının çizdiği bir hayatı yaşamaya her zaman karşı oldum. Bu nedenle “İki Çarpık Bacak”ta özellikle kadınları yapbozu dağıtıp parçaları yeniden birleştirmeye davet ediyorum.
Kitabımın arka kapak yazısında da bunu şöyle ifade ettim:
“Hepimiz sahne arkasından bizi yönetmeye çalışan birilerinin olduğunu biliyoruz. Başta doğduğumuz andan itibaren nasıl bir kimlik olacağımızın, zevklerimizin, duygularımızın ilk belirleyicisi olan ailemiz. İyiye kötüye, doğruya yanlışa, olması gerekenlerle, olmaması gerekenlere onlar karar veriyor. Sonra toplumsal düzenin sözde amirliğine soyunmuş diğer insanlar yani el âlem. Kendi hayatımızın coşku dolu deneyimlerini yaşamamız yerine sınırlarını bizim için çizdikleri suni hayatı yaşamamızı istiyorlar. Hayatı onların istedikleri gibi yaşamadığımızdaysa bizi dışlanmaya, eleştirilmeye mahkûm ediyorlar. Böylece biz de başkaları tarafından şekillendirilen düşünce ve davranışlarımızın kimliğimizin değiştirilemez parçaları olduğunu sanıyoruz.
Oysa taşları yerinden oynatabilir ya da yapbozu dağıtıp parçaları yeniden birleştirmeyi deneyebilirsin. Yeter ki iste ve yola koyul. Yola cesaretle devam ettiğinde emin ol bu zahmete değecek. Hayatı, kendine söz verdiğin gibi yaşayacaksın.”
Öykü kitabınız olan “Tek Kişilik Aşk”ta aşkı tek taraflı, derin ve bazen hüzünlü bir deneyim olarak ele alıyorsunuz. Bu öykülerdeki karakterlerin duygusal dünyalarını nasıl kurguladınız? Gerçek hayattan mı beslendiler yoksa tamamen kurgusal mı?
Benim işim insanlarla. Yıllardır öğrencilerle, ailelerle, çeşitli meslek gruplarından kişilerle derslerde, eğitimlerde, seminerlerde bir araya geldim. Böylece onların iç çatışmalarını, olaylara ve durumlara verdikleri tepkileri, bu tepkilerin ardındaki duyguları yakından gözlemleyebildim. Bir süre sonra sıradan, hiç tanımadığım insanlar da gözlemlerimin bir parçası oldu. Tabii kendi yaşadıklarım da var. Böylece ortaya gerçek hayattan beslenen kahramanlar çıktı.
Banu İmer’in yazmak eylemi sizin için ne ifade ediyor? Bu sorudan hareketle sizi tanıyabilir miyiz?
Artık insanlara laf anlatmak zor geliyor. Yılların yorgunluğundan mı, iletişimin gideceği yönü çok önceden anlayıp sonuçsuz bir çabaya girmek istemediğimden mi bilmiyorum. Anlatabileceğimi söyleyen mücadeleci tarafım bile yılgınlık içinde. Bir şey anlatmak istediğimde yazıyorum. Zihnimde sözcükler sürekli hareket halinde. Tabletimde, telefonumda, bilgisayarımda bir yığın not. Duyguların yükü… Yazmamı zorunlu kılan hissedişlerim… Yazarken savunmasızım. Hiç kimse ve hiçbir şeyim. Olduğum gibi. Korkularım da güçsüzlüklerim de gözler önünde. Başkalarının ödünü koparabilir bu açıklık. Oysa ben onlardan söz ettikçe ne kadar anlamsız olduklarının farkına varıyorum. İnsanlık halinin bu en doğal hissedişleriyle vedalaşıyorum. Onlar küçülüp yok olurken ben büyüyorum.
Kimi zaman bir sözcüğe takılı kalıyorum günlerce. Aradığım cümleyi bulamadığım oluyor, yazamayacağımı düşündüğüm anlar. Sanki ilham perisi eğleniyor benimle. Tarifsiz bir tıkanıklık içinde üzülüyorum. O zaman şehrin sokaklarında rastgele dolaşıyorum; bir kafede, mis kokulu bir kahve eşliğinde arıyorum onları. Tanıdık bir yüzü arar gibi. Duyularım, duygularım beni yaratıcı olmaya zorluyor. Ve aniden bir kuş sürüsü gibi havalanıyor sözcükler. İfade edemediğim her şey saçılıyor ortalığa. Taze bir gülüşle aydınlanıyor yüzüm.
Yazmak, hemen yazmak istiyorum.
Günümüz edebiyatında kadın yazarların sesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Eskiye göre yazılanların yayımlanması, okura ulaşmak daha kolay. Belki bunun etkisiyle kadın yazarların sayısı artıyor, daha da artmalı. Çünkü biz konuştukça, yazdıkça, görünür oldukça eve kapatılmak, sesi kısılmak, baskı altında tutulmak istenen kadınların yoluna da ışık tutuyoruz. Bu yüzden sesimiz ne kadar güçlü çıkarsa o kadar iyi.
Peki, günümüz okurunun edebiyata yaklaşımı hakkında neler düşünüyorsunuz? Dijital çağ, okuma alışkanlıklarını nasıl etkiledi?
Dijital çağın okuma alışkanlıkları üzerindeki etkisi kesinlikle yadsınamaz. Özellikle genç kuşak, kitapla bağ kurmuyor. Çoğu genç için kitap okuma, eğitim sisteminin getirdiği bir zorunluluk olmasa uzak bir eylem. Okullarda okuma saatlerinde ellerine bir kitap tutuşturuluyor, bu da doğal olarak edebiyata karşı içten gelen bir ilgi yerine, zorunluluktan doğan yüzeysel bir temas yaratıyor.
Okuyan gençlerin ilgi duyduğu kitap türleri ise artık bizim zamanımızdaki gibi klasikler, edebi derinliği yüksek eserler değil. Geçtiğimiz Nisan’da İzmir Kitap Fuarı’nda gençlerin oluşturduğu uzun imza kuyruklarını görünce merak ettim, araştırdım. Genç okurların kitap imzalatmak için bekledikleri yazarların çoğu 30 yaşını bile doldurmamış, adlarını ilk kez duyduğum isimlerdi. Bir tanesinin tam 41 kitabı vardı! Hem de bazıları 400-500 sayfalık kalın ciltler... Elbette bu üretkenlik sorgulanabilir: Ne zaman yazıldı bu kitaplar, nasıl bir süreçten geçti, ne kadar derinlik taşıyor? Ama genç okur bunu sorgulama ihtiyacı hissetmiyor. Onların dikkatini daha çok fantastik, distopik, paranormal, polisiye türler çekiyor. Bu ilginin oyun kültürüyle paralel olduğunu düşünüyorum çünkü günümüzde gençler daha çok strateji, hız ve heyecan temelli oyunlarla vakit geçiriyor. Bu hız ve yoğunluk alışkanlığı, doğal olarak okuma tercihlerini de şekillendiriyor.
Yetişkin okurlar ise çoğunlukla çalışmaktan ve günün yorgunluğundan kitap okumaya vakit bulamıyor. Bu yüzden artık birçok kişi kitap okumak yerine kitap dinlemeyi, podcastlere kulak vermeyi tercih ediyor. Açıkçası ben de bu ilgiyi görmezden gelmiyor, kitaplarımı seslendirme fikrini ciddi ciddi değerlendiriyorum.
Ekonomik gerçekler bu tabloyu daha da ağırlaştırıyor. Eskiden bir kitap almak, bütçeyi sarsacak bir durum değildi. İstediğim kitabı hiç düşünmeden alabiliyordum. Şimdi ise önce fiyatına bakıyorum. Bu da beni -eminim ki birçok okuru- PDF’lere yönlendiriyor. Elbette bir kitabı basılı haliyle elde tutmanın, sayfalarını çevirmenin hissi bambaşka. Ama günümüzde bu lüks hale geldi ve çoğu kişi için pratiklik, duyusal deneyimin önüne geçti.
Özetle, dijital çağ edebiyatla kurulan bağı hem dönüştürdü hem yüzeyselleştirdi. Ama hâlâ okumaya gönül verenler, anlatılanı derinlemesine hissetmek isteyenler var. Edebiyat, belki biçim değiştiriyor ama özünü koruyabildiği sürece yaşamaya devam edecek.
Sizce iyi bir öykü veya deneme neyi başarmalıdır?
Süslemelerden uzak ama yavanlığa düşmeyen, anlatımı sade ama ruhu derin olan metinleri seviyorum. Gereksiz ayrıntılarla metni boğmayan, duyguyu abartıya kaçmadan ama içtenlikle veren yazılar kalbime daha kolay ulaşıyor. Anlatımda rahatlık ve akıcılık benim için önemli. Bir metni okurken kelimelerin peşinden sürüklenmek değil, onlarla birlikte yürümek isterim.
Denemeyi bu yüzden ayrı bir yere koyuyorum. Çünkü az sözle çok şey söyleme gücüne sahip. Satır aralarında dolaşan anlamlar, yazarın söylemeden anlattıkları beni cezbediyor. Okurla arasında bir mesafe bırakıyor ama o mesafe aynı zamanda bir özgürlük alanı yaratıyor. Yazarın açık bıraktığı kapılardan duygularımla, yaşanmışlıklarımla girip çıkabilmekten büyük bir keyif alıyorum. Bir bakıma, metnin eksik kalan yerlerini kendi iç dünyamla tamamlıyorum.
İyi bir öykü ya da deneme, bende yankı uyandırmalı. Okuduktan sonra zihnimde bir iz bırakmalı. Kimi zaman bir cümlesiyle günlerce düşündürmeli, kimi zaman bir duygusuyla hiç dokunmadığım yerlere temas etmeli. Samimi, gösterişten uzak ama sahici bir yüzü olmalı.
Yeni bir proje üzerinde çalışıyor musunuz? Yakın gelecekte okurlarınızı neler bekliyor?
Henüz bununla ilgili bir çerçeve oluşturmasam da kendimi roman yazmaya hazırlıyorum. “Tek Kişilik Aşk”la ilgili söyleşilerde, “Bu kitap neden bir roman değil? sorusu çok soruldu. Bazı öyküler bitmesin istedim, diyenler oldu. Sonunu okurun hayal gücüne, kendi yaşanmışlıklarına teslim ettiğim öyküler için de ilginç sonlar yazıldı. Yorumlarına güvendiğim değerli kalemlerden de benzer şeyleri duyunca roman yazma üzerine düşünmeye başladım. Ancak zamana ihtiyacım var. Bu durumda kendime önce, roman yazabilmek için neye ihtiyacım var sorusunun yanıtını vermeliyim.
Söyleşilerimde klasikleşen bir sorum var onu size de sormak istiyorum. Elinizde sihirli bir değnek olsaydı dünyada ya da hayatınızda neyi değiştirmek isterdiniz?
Açıkçası, hayatımda değiştirmek istediğim hiçbir şey yok. Çünkü geçmişime baktığımda, yaşadığım her deneyimin beni ben yapan değerli parçalar olduğunu görüyorum. Hikâyemi yeniden yazmaya başladığımda artık ben olmuyorum; kim olduğunu bilmediğim, belki hiç tanımak istemeyeceğim birine dönüşüyorum. Her ne yaşadıysam öyle istediğim için yaşadım. Yaşamımda değiştirmem gereken bir şey olduğunda da onu değiştirip yola devam etme konusunda her zaman cesur davrandım.
“İki Çarpık Bacak”ta söylediğim gibi “Yapbozu dağıtıp parçaları yeniden birleştirmeyi deneyebilirsin. Yeter ki iste ve yola koyul. Yola cesaretle devam ettiğinde emin ol bu zahmete değecek. Hayatı, kendine söz verdiğin gibi yaşayacaksın.” Ben de hayatımı hep kendime verdiğim sözü tutmaya çalışarak yaşadım. Bu yüzden, şu anki halimden memnunum. Eksik, fazlalık, acı ya da mutluluk... Hepsi bana ait.
Dünyaya gelince... İşte orada içimdeki sessizlik bozuluyor. Elimde sihirli bir değnek olsaydı dünya liderlerinin süregelen sömürgeci bakış açılarını, kaynakları kendi çıkarları uğruna acımasızca tüketen tutumlarını, derinleşen ekonomik adaletsizliği değiştirmek isterdim. Çünkü bu dünya herkesin evi. Hiçbir çocuğun yoksulluktan, savaşlardan, açlıktan acı çekmesi kader olmamalı.
Gelişmiş ülkelerin kendi refahları için yoksul ülkeleri borçlandırarak bağımlı hale getirmesi, insanlığın ortak değerlerine ihanet gibidir. Küresel kaynaklar adil paylaşılmadıkça eşitlik lafta kalır. Bugün hâlâ milyonlarca insan temiz suya, eğitime, temel sağlık hizmetlerine ulaşamıyorsa bu sadece bireylerin değil, sistemin suçudur.
Sihirli bir değneğe inanmıyorum ama insanlığın ortak vicdanına ve dayanışma gücüne inanıyorum. Değişim sihirle değil, bilinçle başlar. Ve biz değişimin parçası olmaya cesaret ettiğimizde gerçek anlamda bir dönüşüm mümkün olur.
(SERKAN SELİNGİL)

Olta makinesi, balıkçılık ekipmanları arasında en önemli parçalardan

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Cemil Tugay, güvenli ve sağlıklı

İzmir Büyükşehir Belediyesi, Kurban Bayramı öncesinde yaklaşık 40 bin

DEM Parti Aliağa İlçe Başkanlığı 1. Olağan Kongresi gerçekleştirildi.

Ravago Petrokimya’da TİS görüşmelerinin sekizinci oturumu tamamladı.

Aliağa Belediyesi’nden yapılan duyuruda Emlak ve Çevre Temizlik Vergisi'nde

ASEV Türk Sanat Müziği (TSM) korosu, Ulaş Bayam Açıkhava Tiyatrosu’nda

Namağlup şampiyon olarak 2. Lig’e yükselen Aliağaspor FK yeni sezonun kadro

AK Parti İzmir İl Başkanı Bilal Saygılı, Körfez kirliliğine neden olan altyapı

Aliağa Belediye Tiyatrosu (ALBET), ASEV yıl sonu etkinlikleri kapsamında kendi yapıtları

‘’Tek Kişilik Aşk” ve “İki Çarpık Bacak” kitaplarında

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Cemil Tugay, belediyenin toplu iş

STAR Rafineri ve SOCAR Petrol Ticaret, İstanbul Kimyevi Maddeler ve Mamulleri İhracatçıları

Aliağa Habaş Hamdi Başaran Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’nde düzenlenen

Dünya demir çelik sektörü İzmir’de bir araya geldi. Steel

ASEV, sanatseverler için dopdolu bir yıl sonu programı hazırladı. Etkinlikler

Genç yaşına rağmen müzik dünyasında kendine sağlam bir yer edinen

Nesine 3. Lig 3. Grup’ta namağlup şampiyon olarak 2. Lig’e yükselen

Sokak modası, bireysel stilin en özgür ve cesur haliyle dışa vurulduğu bir

Aliağa Belediyesi, havaların ısınmasıyla birlikte sivrisinek ve karasineklerle mücadele

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Cemil Tugay’ın Buca turunda

CHP İzmir İl Başkanı Şenol Aslanoğlu, Gündoğdu Meydanı’nda düzenlenen

Aliağa’daki yetkili sendika tespit toplantısı sonucunda Eğitim-İş Sendikası,

Aliağa Esnaf ve Sanatkârlar Odası, kurbanlık kesim fiyatlarını açıkladı.

Aliağa’da, Uşak Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğrencisi Dilan

İzmir Tarım ve Orman İl Müdürlüğü tarafından Menemen, Aliağa ve

Devlet Su İşleri Genel Müdürü Mehmet Akif Balta, inşaatı tamamlanan

Kuzey Ege İş İnsanları Derneği, Çamlık Restoran’da “Yaza Merhaba

ASEV Türk Halk Müziği Korosu, bu kez Karadeniz’in coşkulu ezgileriyle

İzmir Büyükşehir Belediye eski Başkanı Tunç Soyer, kendisine “sorumsuz”

ALOSBİ İnsan Kaynakları (İK) Buluşması, Stillo Business Hotel & SPA’da gerçekleştirildi.

Aliağa Belediyesi Özel Aliağa Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi, Engelliler