ANALAR VE ANA SEVGİSİ
14 Mayıs 2018, PazartesiTweet |
Cevat YILDIRIM
Ana sevgisi, ana kokusu, ana sıcaklığı her canlının tatması gereken çok özel duygulardır sanırım. Fakat bazı canlılar için sevgi denen duyguyu görmek, hissetmek, o sevginin içine girmek mümkün olamıyor. Siz hiç kedinin yavrularını ağzınla nasıl taşıdığını gördünüz mü? Ya kumruların yavrularını yitirince ağlaştıklarını gözlediniz mi? Bir kısrağın tayına dokunmak istediğinizde hemen kulaklarını kısarak yavrusuna yaklaşana karşı olumsuz tavır takındığını hayvancılıkla uğraşanların birçoğu görmüştür.
Sevgi, şefkat, koruma, besleme, büyütme, yönlendirme gibi duygu ve tavırlar analarda yeryüzünde bulundukları andan itibaren var olsa da bazı anaların iş, olanaksızlıklar veya erkenden bu dünyayı terk ettiklerinden yavrusuna arzu edilen yürek sıcaklığını verememiş olabilir.
Küçük yaşlarımda kadınların erkeğin eğe kemiğinden yaratıldığını anlatan dini söylenceleri çok kez dinlemiştim. Hatta bazı eski Ion yontularında gök Tanrısı Zeus’un karısı bereket Tanrıçası Hera ile birlikte yan yana durdukları biçimde canlandırılmış. Öğretmen okulu öğrencisi iken bazı müzeleri gezdim. Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesinde İ.Ö 9-10 bin yılarında yapılmış “Ana Tanrıça” heykellerini görünce bazı anlatıları insanların kendi dünyalarına göre tasvir ettiklerini tahmin ettim. O iri kalçalı, göbekli, yanındaki aslanları ile toprak heykelleri yapılan ana Tanrıçalar dünyasının ritüellerini görmek ne muhteşem olurdu. Bir zamanlar yeryüzünde ana Tanrıçaya göre bir düzen vardı. Doğanlar ananın soyuna göre toplumda yer alırdı. Çatalhöyük, Burdur Hacılar Höyüğü ve Çayönü buluntularını dillendirecek olursak farklı bir evreni tanımış oluruz.
Gün gelmiş Mısır’da olduğu gibi yüce krallar, büyük imparatorlar dönemi olmuş. Her yapı hükümdarın büyüklüğüne göre inşa edilmiş. Eski Yunan’da ve Roma’da kadın ya eğlence dünyasında ya da aşk dünyasında görülür. Asya toplumlarında kadın hürdür, doğa içinde rahat gezer. Fakat ön planda değildir. İslam toplumlarında kadın genelde dört duvar arasına saklanmıştır. Balkan ve Çanakkale savaşlarında hemşirelik yapan kadınlar toplumda belli bir derece elde etmişlerdi. Asıl kadını insan olarak görme Cumhuriyet Dönemi ile başlamıştır. Atatürk Türk Medeni Yasası ile erkek ve kadının eşit olduğunu TBMM’ de kabul ettirme yolunu seçti. Yine Atatürk 05 Aralık 1934 tarihinde yapılacak milletvekili seçimlerinde kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesini sağladı. Cumhuriyet idaresinde birçok kadın çeşitli mesleklerde başarılı olmuş ve ülkemizde ve dünyada saygın yerini almıştır.
Kadının bilim ve sosyal hayatta elbet çok önemli girişimleri vardır. Fakat kadının anatomik yapısında bir de analık yaparak toplumu şekillendirme hizmetini dikkate almak gerekir. Kadının değişik ilim-bilim dallarında başarıları asla inkâr edilemez. O, her şeyden önce bir anadır. “Ana Tanrıçalık” devrinden şimdiye dek onların derya gibi yürekleri olduğunu herkes bilir. Anne sevgisi ile yaşama atılan çocuklar ileride mutlu bireyler olur. Çocuğunun elinden tutan ana ona şöyle der: “Çiçekleri ezme yavrum/ Çiçekler bir yüreğe benzer/Çiçek ezen insan ezer”[1] Bu ana öğüdü utulur mu?
“Türk Milleti öyle analara sahiptir ki, her devrin büyük adamlarını böyle analar yetiştirmiştir” diyen Atatürk anaların değerini bir kez daha halka açıklamıştır.
Toplumun bireylerini yetiştiren analar olduğuna göre tüm ana adaylarına kendi geleneklerimize, insan haklarına ve anayasanın başlangıcında belirtilen ilkelerine saygılı birer yurttaş olarak yerlerini almaları için iyi eğitim verilmelidir.
Analara mutlaka paralı bir nesne almak gerekmez. Bazen bir demet çiçek, bazen yürekten bir sarılma yeter. Anaların sevgisi karşılıksızdır. Ancak evlatlar da bu karşılıksız sevgiyi unutmamalı. Tüm analar senede bir gün değil, dünya var oldukça saygı ve sevgi görmelidir.
Tüm annelerin geçmiş anneler günü kutlu olsun.
[1] Tahsin Saraç şiirinden alıntıdır.