HERKESİN HIZIRI İLYASI FARKLI
5 Mayıs 2017, CumaTweet |
Cevat YILDIRIM
Deniz kenarında minik taşlarla bahçe içinde ev yapıyordu. Sordum:
—Ne yapıyorsun? Dedi ki: - Hızır Aleyhisselam gelir görürse; bir yıl içinde benim böyle bir evim olacak. Kimisinin bahçesinde bir otomobilcik var. Kimisi kumdan bebek yapmış, diğer biri de büyük bir bina, bir masa ve üzerinde kâğıt, kalem. Bilmem Hızır’dan, bilmem İlyas’tan sınav başarısı istiyor. Birisinin elinde bir kutu, acaba iş mi arıyor?
Evinin önündeki alçak duvarın üstüne oturmuş Mehmet Amcaya selam verip yanına çöktüm. Deniz kenarında gördüğüm evcilik oyunlarına benzer çizimleri anlattım. Mehmet Amca güldü. Başladı anlatmaya.
—Beş Mayısı altıya bağlayan gece geleceğine inanılan Hızır-İlyas bazılarına göre Veli, bazılarına birer Peygamber, diğerlerine göre de Tanrı tarafından gönderilen melek. Herkes farklı yorumluyor. Gerçekte insanların inançlarda, ya da geleneklerde veya hayal dünyasında yarattıkları, var olduklarını kabul ettikleri bir nevi düşsel varlık diyebiliriz. Ancak insanların psikolojisine sinmiş bu geleneği bozmamak gerekli. Aslında yüz seksen gün sürecek olan “Hızır Günleri”nin başlangıcı olup yaz mevsiminin ve yaz sıcaklarının ilk işaretlerinin göründüğü takvimsel bir olaydır.
— Acaba, Anadolu’dan mı, Sümer’den mi, Orta Asya’dan mı girdi insanların dünyasına?
—Genelde hayvancılıkla uğraşan tüm toplumlarda var olduğunu sanıyorum. Zira bu günde oğlak, kuzu kurban etme, yumurta dövüşü, boğa güreşi de yapan ve seyreden insan topluluklarını da söylemek gerekli. O sırada birkaç kadın, kız ve çocuk dağ ve tepe tarafından gülerek şakalaşarak bizim tarafa geliyordu. Tam bizim karşımıza geldiklerinde Mehmet Amca kız torununu durdurdu. Ellerindeki yeşil, sarı ve pembe bitkilerin ne olduğunu sordu.
Torun Elif Kız: -Dede, Yaren Tepesinin eteklerine kadar çıktık. Uzaktan mavi denizi seyrettik. Tam kırkbir çeşit ot topladık.
—Kızım, bu otlar ne işe yarayacak?
—Anneannem diyor ki; bu otları kurutup sonra banyo suyuna koyarsan, tüm kötü dertlerden kurtuluyormuş yıkananlar. Ben büyük ablama ve nineme arkadaş olayım diye gittim.
—Haydi, bakayım sen şimdi eve git. Anneannen sütü pişirdiyse, bir sürahiye sütü doldursun, birkaç adet de bardak al gel. Bak öğretmen bey burada. Salih deden de şimdi gelir.
Elif dedesinin isteğini yerine getirdi. Salih Amca, bastonuna dayanarak bizim tarafa gelirken yanında orta yaşlı bir misafiri daha vardı. Okulun yedinci sınıfında okuyan kız sütü, küçük bir güğüme koymuş, tepsiyle de bardakları getirdi. Erkek torun da hemen portatif bir masayı kapıp, önümüze getirip yerleştirdiğinde keyfimize diyecek yoktu. Torunlar sütü bardaklara döküp uzaklaştılar. Salih Amca da hıdrellez günü nasıl at yarışı yaptıklarını dile getirmek için birkaç kez öksürdü
—O zaman yaşlarımız onyedi, onsekiz, sabah ortalık ağarınca köyün tüm gençleri, atları Beylikçayır’a sürerdik. Beylikçayır Ayanlık döneminden kalma bir mevkii. Haziran ortasına kadar su ve ot dolu. Beygirleri çayırda yürütmeye kalktığımızda su hayvanın karnına kadar yükselirdi. Salep çiçekleri mor renge büründüğünde, çevreye mis gibi kokular yayılırdı. Kocabatak’a birlikte dalardık. Birer kucak çiçek toplayıp, heybelere ve torbalara doldurduktan sonra köyün yolunu tutardık. Hemen evlerde birer bardak çay içip, atlarımızı gelin gibi süslüyoruz. Tepe mahallesine geldiğimizde köyün yaşlısı genci bekler vaziyetteydi. Yaşlılarından biri elindeki kırbacı sallayınca yarış başlıyordu. Tabakhanedeki çeşmeyi dolanıp başladığımız yere atlarımızı dörtnal sürerdik. İçimizden birinin atı en önde yarışı bitirirdi. Köyün muhtarı kâhyalardan aldığı kuzuyu ödül olarak birinci gelene verirdi. Bu kuzuyu satıp, gençlerin gereksinmesi olan, bayrak, sandalye masa alıp, gençlik odasını oturulabilir hale getirirdik. Eğer önemli bir şey yoksa bu kez, kuzu ile kendimize ziyafet çekerdik.… Salih Amca gençlik çağının hıdrellez günü at yarışlarını anlattıktan sonra ben kendisine teşekkür ettim. Yanındaki misafir de kendi köyündeki martıfal(yöresel sözcük) çömleğinin nasıl uygulandığını anlatmaya başladı.
—Beş Mayıs günü mahallenin kızları, bir çömleğin içine düğme, yüzük, toka, çengelli iğne gibi şeyleri atarlar. Akşam çömleğin ağzını bir bezle bağlayıp, bir gül bitkisinin dibine gömerler. Ertesi sabah, anneler, teyzeler, köyün kızları yüksekçe yeşillik bir tepenin üstünde toplanırlar. Önce içlerinden biri bir mani okur. Sıra ile nesneler çekilir. Okunan mani bazı defa eşyası çekilen kişiye uygun olursa gülüşmelere neden olur. Mehmet Amca sohbetin bir ucundan tekrar yakaladı.
—Biz çocuktuk. Herkesin evinde ya davar, ya sığır bulunurdu. Mandıracılarla süt pazarlığı, süt dökme tarihi hıdrellez gününe göre ayarlanırdı. Şimdi hayvancılık ölü durumda. Benim gibi üç kişi daha köyde hayvan besliyor. Ne at yarışları, ne süt dökümü pazarlıkları yapılıyor. Çocuklar boyalı yumurta ile kırışma bile yapamıyorlar. Dediğim gibi her evin, ineği, danası, ya da oğlağı, kuzusu vardı. Şimdi köylü yumurtayı da marketten alıyor. Misafir;
—Ne kadar acı değil mi?
Konuşmalar bu biçimde bir süre daha devam etti. Eve dönerken kendimce düşündüm. Her şey değişiyor. Kayalar, taşlar, dereler, ağaçlar, yeryüzü, gökyüzü ve insanlar. Acaba değişim iyiye mi, kötüye doğru mu? İçimdeki ses şöyle diyordu. Herkes kendi Hızır’ını veya İlyas’ını bulur. Dilerim ki değişim güzelden yana olsun.
-