BABAM BİR EĞİTMENDİ
2 Mayıs 2023, SalıTweet |
Cevat YILDIRIM
Babamla ilgili söyleyebileceğim çok konu var elbet. Benim anlatacaklarım birinci planda gözlemlerime dayanır. Annemi bebekliğimde kaybetmişim. İki yaşımdan itibaren çok günler babamla birlikte okula gittiğim,o yılların bazılarını anımsamıyorum. Fakat dört yaşımdan sonrası, kimi zaman zihnimde canlanıyor. O, bir Atatürk’ün çavuşuydu. Çocuklara Ata’yı öğretebilmek için çok güzel cümleler kurup öğrencilerine yazdırırdı. “Atatürk Türk Milletini ölümden kurtardı. Atatürk Cumhuriyeti kurdu. Atatürk Türk ulusunun babasıdır” onun tahtaya yazdırdığı bazı cümlelerdir.
Deftere, kum havuzuna, tahtaya, masa üstüne küçük tanelerle, bahçede düz yüzeye küçük sopalarla çizdirerek yazdırırdı. Atatürk’ün resmi çocukların tam karşısındaki duvardaydı. Birinci ve ikinci sınıflar onun denetimindeydi. Milli Bayramlarda öğrencilerle birlikte Atatürk’ün resmini çocuklarla süslerdi. Köy odasının önünde öğrencilerine ezberledikleri şiirleri okuturdu. Öğrencilerden sonra köyün ileri gelenleri zeybek oyunları oynardı. Küçük yaşta gördüklerim yalnız bunlar değildi. Cümleleri kartona yazar karşıya asar sergilerdi. Sayılar için makaralardan abaküs yapmıştı. Her fırsatta yeni ders araçları yapar, kısa sürede okumayı öğretirdi. Ben öğretmen okulu öğrencisi olup, erken tatile geldiğimde öğrencilere sözcüklerin doğru yazılışını öğretmek için terlediğini görürdüm. Yaz tatillerinde komşu köyde ekin biçme makinası üzerinde oturur, buğday saplarının düzgün biçilmesi için makinenin bıçağını ayarlardı. O makinenin tamirini babam yapardı. Radyo tamiri, dikiş makinesi tamiri babamın yaptığı işlerdendi. Başka aletleri de kullanırdı. Sanırım iş sevgisini eğitmen kurslarında kazanmıştı.
Bir ara tütün üretimi işini de ailece yaptık. Köylüler tütün yetiştirme konusunda babama danışırlardı. Bizler de çocukluk ve gençlik yıllarımızda onun gösterdiği, istediği biçimde tütün yetiştirme işiyle meşgul olduk. Tütünde daima birinci kalitede tütün yetiştirdik. Komşularımızdan kg. başına on- on beş kuruş yüksek fiyatla tütün sattık. Tabii ki gelirimiz biraz daha iyi olurdu. Bostan da yetiştirdik. Onun ne kadar ölçülü olarak bostan sıralarını düzgün yaptığını hatırlarım. Her türlü ağaç aşılamasını bilirdi. Armut, elma, gül ve zeytin aşıladığını hep hatırlarım. Yaptığı aşıların hiçbiri şaşmazdı.
O, az konuşan, dürüst, çalışkan bir kişiydi. İlk görev yeri tepelerin arasındaki Karaköy olduğunu yıllar sonra öğrenmiştim. Akrabalardan biri, onu ortaokula gittiğim sıralarda biraz konuşturmak istedi. Yaptığı, yaşadığı olayları pek anlatmazdı. O gün şöyle konuşmustu. “Köye gittim. Okul yok. Ev yok. MehmetAli Ağa, evinin bir odasını bana verdi. Orada kalmaya başladım. Caminin yanındaki odayı bana okul yap dediler. Ağanın develeri Menemen’den tahta ve çivi getirdiler. Öğrenci sıralarını kendim kestim, rende ve planya ile düzelttim. Öğrencilerime oturacak güzel bank ve masalar yaptım. Düz iki tahtayı yazı tahtası olarak birleştirdim. Nasıl yazı yazılacaktı? O dönemde tahtalara kara tahta deniyordu. Yazı tahtası yapmak için soba kurumuyla yumurta akını karıştırdım. Fırça ile tahtayı boyadım. Çok mükemmel yazı tahtası oldu” dedi. O devrin eğitmenleri ve öğretmenleri de kendi işini kendisi görürdü. Babamın fiş yazmak için zakkum ağacından kendine yazı ucu ve divit yaptığını görmüştüm. Onlar cehaletle savaşırken don Kişot gibi savaş araç-gereçlerini kendileri imal ederdi. Cehaletin üstüne böyle yürümeyi becerdiler.
Komşu köylerde yalnız çalıştığı sırada çocukları dokuz yaşında deftere kaydederdi. Aynı öğrencileri ara vermeden, üç yıl okuturdu. Tekrar başa döner yeni grupla okuma yazma, aritmetik derslerini başlatırdı. Bu şekli diğer eğitmenlerden duydum.
Konu biraz uzadı. Daha çok anlatsam da hiç bitmeyecek. Fakat şunu söylemeden bitirmek istemedim. Ortaokul ikinci sınıftaydım. Yaz tatili başlamıştı. Babam evin arsasına bir ahır yaptırıyordu. Duvarların örülmesi bitmiş, henüz çatı örtülmemişti. Adının İsmail olduğunu kendisine sorarak öğrendiğim tahmini 35-40 yaşlarında bir adam iki atla çıka geldi. Her atta sekizer adet biçilmiş temizlenmiş kavak kerestesi vardı. Atlardan yükü köylü İsmail ağabey ile beraber indirdik. –Ne bunlar, diye sordum. Size hediye getirdim, dedi. “Biz öğrenciyken eğitmenim bizim tarlaya babamla birlikte kavak ekti. Bu kavaklar onun, hakkı üç ağaçla ödenmez diye ekledi. Demek ki: Doğruyu güzeli öğretenler yıllar geçse de kazanırmış.